Aşk mı Tutku mu? Markanız Aşk Markası mı?

Markanıza ne kadar bağlısınız? Eğer benim gibi biriyseniz, çok bağlısınız demektir. Marka sadakatim çok yüksektir. Bu iyi mi tam emin değilim. Aslında markalar için çok iyi ama benim için çok da iyi değil. Ben aslında yenilikleri ve değişiklikleri öğrenmeyi, takip etmeyi çok severim, ama bunları hemen kullanmayı çok da benimseyemem, markamı bir türlü yenisi ile değiştiremem, benim biraz zamana ihtiyacım olur. Eğer bütün tüketiciler benim gibi olsaydı, yeni ürünleri kimse tercih etmezdi. Özellikle bazı ürünler var ki, kullanıcılar için “ailenin bir ferdi” niteliğini taşıyor, hatta ona isim bile veriliyor. Otomobil bunlardan biri. Cep telefonu, bilgisayar, MP3 çalar bunlar gençler için nefes almakla eşdeğer sayılan araçlar. O kadar ki, yeni ürünler için mağaza kapılarında 24 saat beklenebiliyor. Bunları yaptıran ise bağlıktan çok tutku olsa gerek. Marka yöneticileri, çok fazla araştırmaya sahip ve bizi yürürken her açıdan yakalamak için çeşitli sırları var. Ürünlerini öyle güzel ve çarpıcı olarak bize sunuyorlar ki, geçerken gözümüz ambalaja takılıyor ve tercihimizi hemen yapıyoruz. Reklamlarında bu tasarıma bir de müzik eklendi mi o zaman daha da akılda kalıcı oluyor. Markalar, AR-GE çalışmalarını çok hızlandırdı. Böyle olunca da temelde aynı hizmetleri veren, aynı özelliklerini taşıyan ürün sayıları arttı. Bunların arasından tercih yapılabilmesi, arzu edilmeyle eşdeğer oldu. Bir ürünü arzu etmemiz, bizim kendi tercihimizi oluşturuyor, sonrasında ürün iyi çıkar veya çıkmaz, kalitesinde sorun yaşanabilir, güven duygumuzu sarsabilir, ama biz arzumuz ve tutkumuz nedeniyle yine de bağlı kalabiliriz. Aşk Markası onsuz yapamayız, varlığıyla bizi mutlu eder karizmatiktir Artık “aşk markaları” döneminden bahsediliyor. Marka stratejilerindeki yeni dönem, aşk markası yaratmak. Ancak, o zaman tüketici ile uzun süreli beraberlik yaşanabiliyor ve rekabette üstünlük sağlanabiliyor, Saatchi&Saatchi dünya CEO’su Kevin Roberts’in yazdığı “Lovemarks; The Future Beyond Brands” (Aşkmarkaları; Markaların Ötesindeki Gelecek) kitabı aşk markalarına açılım sağlıyor. Roberts’e göre Aşk Markaları da tıpkı gerçek aşk gibi kişiden kişiye değişiyormuş. Böyle olunca da hepimizin aşk markası farklı oluyormuş. Aşk Markalarımız farklı mı? Diğer markalar arasından sıyrılıp aşk markası haline gelmek için, sadece daha kaliteli ya da estetik bir ürün sunmak yetmiyor. Roberts’a göre, aşk markalarına duyulan bağlılık, mantıksal nedenlerin ötesinde. Onlar, diğerlerinden bir adım önde değil, bir sınıf yukarıda. Aslında, marka dünyasında, pazarlama dünyasında benzer yaklaşımlara son dönemde sıkça rastlanıyor. Uzmanlar, tüketiciyle duygusal bağ kuramayan markaların ölüme mahkum olduğu bile söylüyor. Markalar da çok daha fazla bu konulara önem veriyor gibi görünüyor. Eskiden sıkça gördüğümüz, ürünü anlatan, kalitenin altını çizen reklamlar, giderek tüketicinin ürüne duyduğu tutkuyu vurgulayan reklamlara yerini bırakıyor. Yalnız insan ve marka aşkı Kevin Roberts’a göre bu trendin arkasındaki en önemli nedenlerden birisi, insanların yalnızlaşması. Yalnızlık, insanların markalarla ilişkisini farklılaştırıyor. İşte, aşk markası burada devreye giriyor. Yalnızlık ve insanlar arasındaki duygusal bağların zayıflığı sonucunda, bu boşluk “duygusal markalar” la dolduruluyor. Tüketici, kendisiyle duygusal bağ kuran markayı tercih ediyor. Onun duygularına hitap edebilen marka ise benzerleri arasından sıyrılıyor, daha çok tercih ediliyor ve elbette daha çok para kazanıyor. Tüketiciler, aşk markalarına krizde sahip çıkıyor Kısaca Aşk Markası, onsuz yapamayacağımız, varlığıyla bizi mutlu eden karizmatik markadır. Markalar için tüketicinin saygısını kazanmak çok önemli, zaten ağırlıklı odaklanılan nokta da bu. Ancak, artık bunun yeterli olmadığını tüketici kendi söylüyor. Rekabette üstünlük ve farklılık yaratabilmek, “aşk” duygusunu uyandırmaktan geçiyor. Tüketici sizi takip etmeli, gizemli olmalısınız, yakın olmasınız, esprili olmasınız, keyif vermelisiniz ve mutlaka güven duyulmasını sağlamalısınız. Tabii kriz dönemlerini de düşünmek gerekiyor. Tüketiciler, aşk markalarına krizde sahip çıkıyor ve az zarar almasını sağlıyor. Marka öncelikle, tüketicinin saygısını kazanıp kazanmadığına bakmalı. Bu konuda 4 aşama var, . İlki performans; bizi yolda bırakan bir markaya saygı duymayız. İkincisi güven; markalar “word of mouth” un önemini bilmeli ve çevremize tavsiye edecek kadar güven duygusu yaratmalı. Üçüncü başlık, insanlara ve çevreye zarar vermemeli, sürdürülebilir kalkınmanın gereklerini yerine getirmeli. Dördüncüsü de, kullanıldığında iyi bir izlenim bırakması. Bir marka ancak bunlar yerine geldiğinde aşk markası yaratabilir. Aşk markaları, biz tüketicilerin yaşam kalitesini artırıyor ve bu markaları kullandığımızda, ödediğimizden fazlasını her zaman alıyoruz. Aşk Markası mısınız? Performanız yüksekse, Güven yaratıyorsanız, Etik kurallara uyuyorsanız İyi dizayn edilmişseniz, Sürdürülebilir kalkınmayı benimsiyorsanız, İyi bir izlenim bırakıyorsanız, Evet

Sürdürülebilir Kalkınmaya inanıyor musunuz?

Bilin ki O size inanıyor… Alışveriş yaparken bir markayı neden tercih ederiz? a.Beğendiğimiz için b.Ucuz olduğu için c.Kaliteli olduğu için d.Ruhumuza hitap ettiği için vs… vs… Diğer açıdan baktığımızda, ürünümüzü satmak için bu kriterler yeterli mi? Yoksa tüketiciler için önem kazanan başka kriterler mi oluştu? Tüketici profili tamamen değişti. Çok daha fazla araştıran, okuyan, internette dolaşan, bilinçli ve dünyadaki gelişmelere hakim tüketici kitlesi her geçen gün büyüyor. Markalardan beklentiler farklılaşıyor. Bu farklılık, markaların yönetim stratejilerini de değiştiriyor. Sadece üretip satmak değil, elde edilen gelirin bir bölümünün toplum yararına kullanımı fazlasıyla önem taşıyor. Sürdürülebilir Kalkınma, dünyanın gündeminde. Dünya markaları için, dünya insanına katkıda bulunmak önemli bir kriter. Sürdürülebilir Kalkınma, kuruluşun kurumsal davranış biçimini, kimliğini ve buna bağlı olarak da ulusal ve uluslararası pazarlardaki itibarını etkiliyor Sürdürülebilir Kalkınma kavramı, “gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin, bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilecek kalkınma” olarak tanımlanıyor. Bir başka deyişle, insanla doğa arasında denge kurarak, doğal kaynakları sonuna kadar tüketmeden, bugünün ve geleceğin yaşamını ve kalkınmasını programlama anlamını taşıyor. Temel olarak sürdürülebilir kalkınmanın üç yönü var: Ekonomik açıdan; dünya piyasalarıyla rekabet edebilen, insanların temel ihtiyaçlarının uygun şekilde karşılandığı, refah düzeyini yükseltici, Toplumsal açıdan; adil, eşitlikçi, dezavantajlı grupları kapsayıcı ve yaşam kalitesini artırıcı, Çevre ve doğal sistemler açısından; önleyici, koruyucu, iyileştirici Sürdürülebilir kalkınma, ekonomik, toplumsal ve çevre açısından birbirini destekleyici ve bütünleyici; nesiller içi ve nesiller arasında dengeli olarak planlama ve yönetme süreci olarak görülüyor. Diğer yandan sürdürülebilir kalkınma, bir şirketin kurumsal davranış biçimini, kimliğini ve buna bağlı olarak da şirketin ulusal ve uluslararası pazarlardaki itibarını etkiliyor. Birçok kurumun önceliğinde daha fazla kar edebilmek var, toplumsal konular ikinci plana atılabiliyor. Bugün karlılık, yasalar ve iş imkanları dahilinde, oyunu piyasa kurallarına göre oynayan her kuruluşun, toplumsal sorumluluk çerçevesinde üzerine düşen görevleri yerine getirmeleri çok fazla önem taşıyor. Yine de birçok kurumun önceliğinde daha fazla kar edebilmek var, toplumsal konular ikinci plana atılabiliyor. İnsan hakları, çalışan hakları, çevre konuları fazlasıyla özen gösterilmeye başlanılan konular… Diğer yandan, dünya örnekleri bir yana, ülkemizde de kuruluşlar inanılmaz boyutlarda, eğitim, kültür & sanat, sağlık, çevre konularında kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarına katkıda bulunuyorlar. Adeta birbirleriyle yarışır haldeler. Ancak yine de ülkemizde eğitimsiz kişiler, ağaçsız bölgeler, sağlıksız nesiller, korunamayan tarihi yerler bulunuyor. Düşünsenize, bir de kuruluşlar devletin çalışmalarına katkıda bulunmasaydı, sivil toplum aracılık etmeseydi ne olurdu? Kuruluşların çabalarına rağmen, toplumsal konulardaki açıklar kapanmıyor, sadece açısı daralıyor. Dünyadaki ekonomik kriz güven krizini de beraberinde getirdi. Kuruluşların “dürüstlük” ilkesi ile hareketi “sosyal kabul” sağlıyor. Bunun devamında ise kendi faaliyet alanlarımızda hareket ederek “nasıl bir dünya istiyoruz? nasıl bir toplumda yaşamalıyız? bizim rolümüz nedir?” sorularına cevap aramalıyız. Şeffaf ve açıklıkla hareket edebilirsek buna bağlı toplumsal sorumluluğumuzu yerine getirebilir ve sürdürülebilirlik kazanabiliriz. Ülkemizde ve dünyamızda, iyi liderlere, toplumu düşünen kuruluşlara insanlığın ihtiyacı var Diğer yandan kuruluşlara bu açılımları kazandırmak da önemli “liderlik” vasıflarıyla oluyor. Yenilikçi olmak, farklı olmak gibi özellikler, toplumun nabzını tutabilmek, geleceği ve sorunları tahmin edebilmek önem taşıyor. İyi bir lider, toplumun geleceğini öncelikle düşünür ve yatırımını geleceğe dönük yapar. Kurumsal sosyal sorumluluk kavramları, dünyada artık sürdürülebilir kalkınma olarak da tanımlanabiliyor. İyi liderlere, toplumu düşünen kuruluşlara insanlığın ihtiyacı var, ülkemizde de dünyamızda da… Buraya nerelerden mi geldim derseniz, TÜHİD’in son dönemdeki iki etkinliğinden yola çıktım. Biri “Sürdürülebilir İletişim” konusunda Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ve Dünya Bankası’nın danışmanı, Novartis Kalkınma Vakfı Başkanı Prof.Dr.Klaus Leisinger’in görüşleri oldu. Diğeri ise TÜHİD 8.Altın Pusula Halkla İlişkiler yarışmasında 130’a yakın kuruluşun iletişim projelerini inceleme imkanı buldum. Kuruluşların topluma katkıları heyecan vericiydi. Hepsine teşekkür ediyoruz. Toplumdan kuruluşa, kuruluştan topluma, dünya dönüyor, ama dileğimiz daha yeşil, daha huzurlu, daha insani, daha mutlu olarak… Fügen Toksü fugen@toksuvechase.com

İzleyiciler