Kişisel Markanız mı önemli, yoksa Kurumsal Markanız mı?

Markalaşma, kurumlardan ve tüketim mallarından daha gerçek bir kavram. Kim olduğunuzu net olarak söylemeniz, kendinizi sunuş biçiminiz, kariyerinizi farklı yönetmeniz, size ve kurumunuza bakışı değiştirir

Biraz işi düşünmeyi bırakın, zihninizi boşaltın ve arkanıza yaslanın. Marka deyince aklınıza sadece kuruluş, ürün vs. gelmesin. Biraz da bireyleri düşünün, etrafınıza bakın, kendinizi düşünün, yöneticileri, sanatçıları, devlet adamlarını inceleyin.
Son zamanlarda kimlerle tanıştığınızı hatırlıyor musunuz? O kişi ile ilgili ilk düşünceniz neydi? Karşınızdaki kişi neşeli miydi? Güler yüzlü müydü? Hoş sohbet miydi? İyi görünümlü müydü? Görgülü müydü? Ya da aykırı, anlaşılmaz veya kaba mıydı?
Her zaman ilk etkiler önemli ve resmi doğru tasvir etmek, sizi birçok şekilde etkileyebilir, özellikle de kariyerinizi. Bazı bireyler, başkalarıyla görüşmelerinde kusursuz görüntü çizmek adına kendilerini küçük düşürürler. Aslında bilmeleri gerekir ki, yapay imaj tasarlamak iyi bir fikir değildir ve amaç olmamalıdır. Özellikle uzun vadeli düşünüldüğünde sürdürülmesi gereken bir davranış olamaz. İlk izlenimin karakterinizle uyumlu olması, kişisel markanızı tasvir etmesi açısından önem taşıyor.
Kişisel markasını yönetemeyen yönetici, kurumsal markasını yönetmekte zorlanır
Markalaşma çalışmaları, son yıllarda organizasyonel yapıların tamamlayıcı bir parçası oldu. Kuruluşların, tanınırlığı aşamasında da markalaşma çok önemli bir paya sahip.
Bireysel markalaşmada da durum farklı değil, insanların bizi algılamasını, hissetmesini yönetebilmemiz gerekiyor. Bireysel markanın önemi artık anlaşılmış durumda. Profesyonel olarak düşünürsek, markalaşmanın sadece kurumla ilgili olmadığını görmeliyiz. Her birey kendi imajını ve şöhretini oluşturur ve muhafaza eder. Ve her bireyin başına istemediği olaylar da gelebilir, bu durumda da markasını yönetmeyi bilmelidir.
Hepimiz markayız
Her ne kadar herkes hayattan ne istediğini bilmese de, çoğu kişi nasıl algılanmak istediğini biliyor, örneğin: neşeli, profesyonel veya güvenilir gibi. Aslında verilmek istenen imaj her zaman kişinin gerçek özelliklerini göstermelidir. Orijinal bir marka oluşturmak amacıyla çaba göstermek gerekiyor. Yani gerçek yetenekleri ve değerleri gözden geçirmek, markalaşmanın direk olarak kişiliğinizle ilgili olduğu ve hayatta kişisel hedefleriniz olduğu gibi.
Markalaşma küresel bir olay mıdır?
Markalaşmanın önemli olduğunu biliyoruz, ama markalaşma bütün dünyada aynı şekilde elbette tanımlanmıyor. Bu nedenle halkla ilişkilerin ve bireysel markalaşmanın uygulamaları da aynı şekilde gerçekleşmiyor. Ama farklılıklar da beklenenin çok altında.
Kişisel markanın görüntülerinin toplamı, kişinin karakterini oluşturur. Bu imajlar bireyin kişisel performansı ve davranışlarını, kişinin iletişim yolunu ve farklı durumlardaki tepkilerini ifade eder.
Kişisel markanız nedir?
Markanız sizin hakkınızda ne söylüyor?
Kültürün markayla doğrudan ilgili olduğunu düşünüyor musunuz?
Markaların, vaatler ve insanların hareketleri ile yaratılıp korunduğuna dair birçok kanıt var. Sınırlar arası marka oluşturma çalışmaları yapıyorsanız, küresel ve yerel bakışları planlamak ve bunları ortaya çıkartacak mesajları hazırlamaktaki hassasiyet sizin için önem taşır. İster yaratma modunda ister koruma modunda olsunlar, hepsi markanın esas özelliklerini biliyorlar ve onlara yakın kalıyorlar.
Dünya ve Türkiye için en önemli ve güncel marka krizi Toyota’da. Toyota dünya başkanı bu süreçte hem kişisel markasını hem de kurumsal markasını yönetme sancısı içinde. Elbette geleceğe dönük çalışmaları, kişisel markasını ve kurumsal markasını bu krizden kurtarmak için yapacaklarını dünya ilgiyle takip edecek. Bir de bunu dünya çapında düşündüğümüzde büyüklüğünü ve önemini daha da iyi kavrayacağız. Bakalım Toyota dünya bazında bu başarıyı sergileyecek mi?
Toyota gibi bir markadan elbette sorunu inkar etmesi beklenmez, en azından sorunu tüketicinin tespit ederek dile getirmesinden önce ar-ge çalışmalarıyla tespit edilmesi önemliydi. Marka vaadi ile ters düşecek marka yönetimi, global markaların tercih etmeyecekleri bir yol. Krizde en çok zararı marka görüyor, toparlanması da zaman alıyor, en büyük sermayesi ve destekçisi ise tüketiciler ve çalışanlar. Sahip çıkmayı ve değerini bilmeli…
Markayı nasıl koruyacağız ?
İyi gözlemleyin ve hızlı hareket edin: Problemlerden erken uyarı almak için bütün araştırmaları kullanın, tüketicileri iyi dinleyin ve senaryo planlaması yaparak cevabınızı hızlandırın. Hukuki olarak neyin yapılıp neyin yapılmayacağını öğrenin.
Karlılığı değil Markayı düşünün: Ciro kaybetmek, iyi bilinirliğin değerinin yanında hiçbir şey. Ciroyu değil markayı düşünün.
Seslerin yankısını dinleyin: Durun ve bir ülkede yaptığınız hareketin başka bir ülkede nasıl bir düşünce oluşturduğunu düşünün.
Çalışanlarınızla konuşun: Çalışanlarınız yönetimden çok daha fazla markanızı korur. Global pazarlarda, ne olduğunu bilmelerine izin verin, doğru bilgi akışını sağlayın ve güncel tutun.
Tüketicilerinizi dinleyin : Tüketicileriniz, sizin markanızı yaşatacak kitledir. Açık ve dürüst davranarak güvenlerini kaybetmemeye çalışın.
Her yönetici öncelikle kişisel markasını yönetmelidir
Kişisel markasını yönetemeyen yönetici, kurumsal markasını yönetmekte elbette zorlanır. Kuruluşlar yöneticilerin itibarıyla değer kazanırlar.
İster kişisel ister kurumsal marka olsun, markaya gereken önem verilmezse, çok daha üzücü durumlarla karşılaşabilirsiniz. Yönetici olarak, bütçeleri, üretimi, satışları, karlılığı, çalışanları yönetmek kadar, markayı da yönetme sorumluluğunuz bulunuyor. Yani marka yönetimi, kuruluşlar için zorunlu bir yönetim fonksiyonu. Ancak işin sırrı, açık, doğru, gerçek ve inandırıcı vaad ve bilgilerle markayı yönetmekte. Aksi takdirde başarısız bir yönetim ve başarısız bir yöneticilik gündeme gelir.
Kendinize haksızlık etmeyin, kendinizi önemseyin, kendi markanızı ve kuruluş markanızı yönetmeye özen gösterin. Bol şanslar…

SAĞLIKLI İLETİŞİM & MEDYA VE SAĞLIK

Sağlık sektöründe önemli bir görev üstleniyorsunuz. Hangi görevde çalışırsanız çalışın, iletişim anlamında üstleneceğiniz rol mutlaka vardır.
Genel olarak Kuruluşlar ve Yöneticiler için iletişimin önemini hemen vurgulamamız gerekiyor.

Bir kuruluşta İletişim kimin işi? Diye sorabiliriz. ve “iletişimin sorumlusu kim?” diye detaylandırdığımızda iletişimin aslında hepimizin işi olduğu gerçeği ile karşılaşırız.

Kuruluşların en alt kademesinde görev yapan elemandan en üst kademesinde görev yapan CEO’ya kadar çok geniş bir yelpaze içinde cinsiyet, eğitim, statü farkı aranmadan iletişim her çalışanın, hepimizin görevi. Önemli olan iletişim disiplinlerinin bütün kademelere yayılması, uygulanması ve bir yaşam biçimi olarak benimsenmesinin, içselleştirilmesinin sağlanması.

Bu konuda da üst düzey yöneticilere ve iletişim yöneticilerine çok önemli görevler düşüyor.
Halkla ilişkilerin yönetim biliminin en önemli dallarından biri olduğunun kabul edilmesi gerekir. Yöneticiler, hem kendi kariyerleri hem de kuruluşlarının geleceği için iletişimi önemli bir yönetim fonksiyonu olarak görmeli ve uygulanması için gerekli ortamı oluşturmalıdır.

“İletişimin yönetilmesindeki farklılık ve beceri üstünlüğü, yöneticilerin geleceklerini de etkileyecektir”

Artık, organizasyon şemalarında iletişim yöneticilerinin pozisyonları CEO’lara çok yakın durumdadır. Bu da iletişimcilere çok önemli bir sorumluluk da yüklemektedir ki, o da sürekli mesleki gelişim sağlamaları, iletişim dünyasını takip etmeleri, ayrıca yöneticilik ve yönetim fonksiyonları konusunda bilgi sahibi olmaları ve gelişimleri takip etmeleridir.

Yöneticiler için :
- iletişimi yaşam biçimi olarak benimseyen,
- kuruluşuna hakim,
- üretim ve satış kadar hatta daha da önemli bir yönetim fonksiyonunun iletişim olduğunun bilincinde olan,
- hem kendi kariyerleri hem de kuruluşlarının gelecekteki başarıları için iletişimin önemini anlayan ve kavrayan yöneticiler,
geleceğin yöneticileri olacaklar.
- Ayrıca, iletişimin yönetilmesindeki farklılık ve beceri üstünlüğü, yöneticilerin geleceklerini de etkileyecektir.
Bununla birlikte, iletişimciler, kendilerini geleceğin yöneticilerine ve yönetim modellerine, teknolojinin hızına ve sürekli değişime hazırlamalıdırlar.

Yine yöneticiler için geleceğin en önemli konulardan bir diğeri etik unsurudur.
Kuruluşların gelecekteki itibarı,
- etik kavramını benimsemeleri ve
- çalışma yaşamını bu doğrultuda yönlendirmeleri
- çalışanlarını bu kavram ile yetiştirmeleri ve yönetmeleri
- kuruluşun bütününe etik kavramını yerleştirmeleri ve içselleşmesini sağlamaları ile
gerçekleşecektir.

Her mesleğin, ulusal ve uluslararası standartları olduğunu biliyoruz, bizim mesleğimiz için de aynı şey geçerlidir. Halkla ilişkiler alanında da meslek etiğinin uygulanırlığı her geçen gün daha da önem kazanıyor.

Hepimizin görevi, sektörümüz, çalışanlarımız, hizmet verdiğimiz kuruluşlar bütününde toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmek için meslek standartlarımıza sahip çıkmak ve uygulanabilirliğini yaygınlaştırmaktır. Ancak, bireylerin, toplumun genelindeki deformasyon, bütün meslekleri ve çalışma hayatını da erezyona uğratmış durumda.
Mesleğimizin, sektörümüzün ve ülkemizin geleceği için hem kişisel hem de mesleki değerlerimize mutlaka sahip çıkmalı ve sonraki nesillere aktarımının sağlanmasını ve uygulanabilirliğini takip edebilmeliyiz. Kısaca yöneticilikte hedefe ulaşmaya evet, ama iş ahlakına, meslek ahlakına ve meslek standartlarına uygun çalışarak.

İletişimcilerde olması gereken bazı özellikler var ki,

- pozitif bakış açımız,
- yapıcılığımız,
- popülistlikten uzak,
- doğru ve açıklık ilkeleri doğrultusunda evrensel standartlarda çalışmalarımızı yürütmemiz biz iletişimciler için önemli.

İletişimin hepimizin görevi olduğunu kabul edince ve bu görevi de hepimizin sahiplenmesi gerekince, bu konunun bir stratejisti ve yönlendiricisinin olması önemli. Bu aşamada iletişim yöneticilere çok önemli görevler düşüyor.

Kurumlardaki sorun, her kademede iletişimi bir bütün olarak görebilmekte... İletişimi “tutarlılık ve süreklilik” olarak içselleştirebilmekte...
Kurumların kazandığı başarının temelinde iki anahtar var. “Süreklilik” ve “Tutarlılık”.

Eğer bir organizasyonda GÜVENİLEBİLIRLİK oluşursa ve daha sonra KENDİNE GÜVEN kazanırsa, çevresinden SAYGI görecek. Kendinize güven yaratabilirsiniz. Fakat bunu Güvenilirlikle desteklerseniz çok daha kuvvetli bir konum kazanırsınız. Nihai kazanç ise çevreden saygı görmek. Güvenilirlik, kendine güven ve saygı birbirinden bağımsız olarak geliştirilebilir. Fakat bizim görevimiz, bu üçünü bütünleştirmek ve kuruluşumuzun şöhretini artırmak.

Süreklilik, kurumun felsefesinde, kültüründe, duruş ve davranışlarında sağladığı, düşünce ve konsept bazındaki “süreklilik”.

Yöneticilerin işi gördüğünüz gibi oldukça zorlaştı. Bugün dünya örnekleri gösteriyor ki, üst düzey yöneticiler neredeyse zamanının %30 gibi bir bölümünü “iletişim” ile ilgili konulara ayırıyorlar.

Yöneticiler, ancak bilgi sahibi oldukları konuların yönetiminde büyük başarılar sağlayabiliyorlar. Bir konunun kademelere yayılmasını ve bünyede kabul edilmesini ve içselleşmesini koordine etmeleri gerekiyor. Ve de öncelikle ikna edilmeleri gerekiyor. Bizim de öncelikli işimiz yöneticileri iletişim konularına kaynak ve zaman ayırmaları için ikna ile başlıyor.

Günümüz yönetim anlayışı, iletişim konularını rekabet ve başarı avantajı için zorunlu ve gerekli kılıyor. Yöneticilerimizin de bu konuya her geçen gün artan inançları biz iletişimcileri gerçekten yüreklendiriyor. Dileğimiz, bütün yöneticilerin halkla ilişkiler / iletişim konularına da tıpkı diğer yönetim faaliyetleri gibi, yapılanmada yer vermeleri, organizasyon şemalarında yer vermeleri, kaynak yaratmaları ve öncü rolü üstlenerek alt kademelerin de bu konuları benimsemeleri ve uygulanmasını sağlamalarıdır.

Yani gördüğünüz gibi bütün sektörlerde iletişim yöneticilerin iknası ile başlıyor. Sağlık sektöründe biraz daha zor galiba. Sağlık sektöründeki iletişimin çok fazla alanı var, kurumsal itibar, kurumsal iletişim bir yandan, kurum içi iletişim diğer yandan, pazarlama iletişimi diğer yandan…

Öncelikle iletişim departmanının organizasyon içindeki yeri önem taşıyor. Bu yönetimsel bir fonksiyon olduğu için yönetime doğrudan bağlı bir departman olması gerekiyor. Ancak iletişim departmanı bütün departmanlar ile ortak çalışmalar gerçekleştiren bir yapıdadır. Eğer kurum içine dönük bir çalışma varsa, elbette İnsan kaynakları departmanı ile birlikte gerçekleştirmelidir. Pazarlama İletişim Faaliyetleri dediğimiz aktivitelerde, Pazarlama departmanı ile birlikte çalışabilir. Hizmet sektörünün önemi, hasta/müşteri memnuniyeti sağlık sektöründe en önemli faktör olan “itibar ve güven” endeksini doğrudan etkileyeceği için elbette Hasta Temsilcileri ile birlikte çalışması gerekiyor.

Kısaca İletişim departmanı iletişimin genel stratejisini belirler, koordinasyonu sağlar. Ama bizim sihirli değneğimiz yok veya tatlı cadı değiliz ki, üzerinde çalışılmadan, kaynak yaratılmadan, yöneticilerin katkısı olmadan bir çalışmayı, bir projeyi gerçekleştirebilelim. Yöneticilerin güvenmesi gerekir. Sağlık sektöründe yöneticilerin doktor olduklarını düşününce, iletişim çok daha fazla önem taşıyor.


Sağlık sektörünün bazı noktalarını birlikte inceleyelim:
- Sağlık Bakanlığı ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının getirdiği yasaklar, bu yasaklar iletişime de yasak getiriyor. Reklam ve haberde karmaşa yaşanıyor.
- Devlet ile ilişkilerde bürokratik ve yasal zorluklar var.
- TIP ağırlıklı bir sektör olunması nedeniyle, yaşanan birden çok zorluk var
Doktorların tıp lisanından Türkçeye dönmesi
Hasta doktor ilişkisindeki kopukluklar
Doktor altındaki personelin ilişkileri
İnsan psikolojisine verilmesi gereken önem
İletişim alanında yaşanan bilgisizlik
- Yöneticilerin kurumsal itibar kavramına ilgisizliği: Ama bilinmelidir ki, kurumsal itibar çalışmaları olmadan, sağlık sektöründeki en önemli iki kavram olan “GÜVEN” ve “İTİBARI” sağlamaları, bunu hasta memnuniyetine dönüştürmeleri ve kaliteyi artırmaları birbirine bağlıdır.
- Kriz yönetimi, sağlık sektöründe sıkça rastlanır. En ufak konu, bu sektörde büyük noktalara taşınabilir. En ufak kriz bile çok büyük sonuçlar doğurabilir. En önemli yönetilmesi gereken iletişim alanlarından biridir.
- Kurumsal Sosyal Sorumluluğunu yerine getirmelidir.
- Teknoloji yine çok önemli konulardan biri, hedef kitlelere farklı kanallarla ulaşmak çok önemli.
- Sponsorlukların yönetimi
- Medya ilişkilerinin profesyonelce yönetimi
- Doktorların medya iletişimi konusunda profesyonellik kazanması

Diğer yandan, sektörde şu anda tartışılan bazı konular var

- Milyon dolarlarla yeni ilaçlar yaratılacağına niş alanlar ve özel tedaviler öne çıkabiliyor
- Sağlık Ekonomisi : kavramı ortaya çıktı, yatırımlar teşvik ediliyor yatırım yapılırsa uzun vadede ekonomiye geri dönüyor
- Hastaya evinde tedavi sistemleri
- Yazılımlara internet üzerinden destek
- Prospektüslerin Türkçeleştirilmesi
- Aile hekimliği
- İnnovasyon konuları, ilaç gelişiminde cirolardan çok hastalığı önleyici yapılar önem taşıyor
- Sağlık turizminin teşviki
-

Bütün bunlara bakıldığında;

Sağlık sektöründe;
- Açık ve dürüst iletişim
- Yöneticilerin iletişime pozitif bakışı
- “Güven” ve “İtibarın” önemsenmesi
- İletişim yöneticilerinin, meslek yetki ve sorumluluklarına sahip olmaları
- Destek aldıkları kuruluşların yapılarını iyi incelemeleri, ki bu noktada pazarlama iletişimi etkinliklerinde destek aldıkları ajansların hizmeti ile İletişim Ajanslarının hizmetinin karıştırılmaması gerektiği özellikle vurgulamak isterim,
- Sağlık sektörünün büyüyen yapısına bağlı olarak iletişim insan kaynaklarının aynı doğrultuda büyümediğini belirtmek isterim.
- Hep birlikte sağlıklı iletişim içinde, hem sağlık sektörünün özelliğine uygun ve geleceğe dönük iletişimini sağlayalım hem de iletişim sektörünün büyümesine katkıda bulunalım.

Açıklama: 30.01.2010 tarihinde gerçekleşen Sağlık Yöneticileri Zirvesi'nden..

“Yeşil pazarlama anlayışı, ekolojik gerçekleri saklamadan yansıtmayı ve kurumsal itibarı sağlamlaştırmayı hedeflemelidir.”

S.1)Markalar çevreci kimliklerini ön plana çıkararak tüketiciye hoş görünme çabası içinde mi yoksa gerçekten çevrecilik adına yaptıklarında samimiler mi: Karbondioksit salımının azaltılmaya çalışılması, araç üretimlerinde geri dönüştürülmüş üretimlerin kullanılması vs. Ne kadar yeterli?

Dünyada son on yıldır çevreci yaklaşımlar yoğunluk kazandı. Devlet politikalarında çevre faktörleri yer aldı, sivil toplum fazlasıyla destekledi. Kuruluşlar da bu yaklaşımın dışında kalamadı. Dünyanın global anlamda küresel ısınma, susuz kalma, enerji kaybı ve yeşilin azalması, tabi afetlerin artması gibi sorunları var ve bunlara çare bulunması önem taşıyor. Sivil toplum örgütleri çevre bilinci içinde fazlasıyla örgütlendiler, ancak bu faaliyetlerini destekleyecek kuruluşları arayarak onları da hareketlendirdiler.
Dünya kuruluşları, sürdürülebilir kalkınma çalışmaları çerçevesinde, toplum yararına katkı sağlayacak politikalar oluşturdular. Bu politikalar çerçevesinde de “çevre” konusunda gerçekleştirdikleri yatırımlarla da farklı bir yatırım alanı yakaladılar. Bunun iletişimi de ayrı bir alan oluşturdu.
Kuruluşlar çevre yatırımları ile kendi kurumsal sorumluluklarını yerine getiriyor ve topluma katkıda bulunuyorlar. Ancak tüketici olarak biz de çevre bilincine sahip olunca, karşılıklı olarak birbirimizi yakalamamız kaçınılmaz oluyor. Ben kuruluşların çevre konularında yaptıkları yatırımlarda ciddi olduklarını düşünüyorum, çünkü bu yatırımlar ürün yatırımlarının dışında ayrı yapılan yatırımlar ve ciddi maliyet unsurlarını içeriyor. Bu nedenle samimiyetsizliklerini düşünmeyi istemem. Çevreci otomobillerin satışları her yıl artıyor, enerji dostu üretim yaklaşımları, yeşil binalar, bilinçlendirme çalışmalarının artmasıyla daha da önem kazanacak. Çevre yaklaşımlarının ilk başladığı günlerden bugüne çok adım atıldı ve çok büyük yatırımları yapıldı. Ama bu anlayışın benimsenmesi ve desteklenmesi bir süreç, kuruluşlar ve tüketiciler için yükselen trend eğilimini sürdürmeye devam edecek.
Yeterli mi? Diye sorarsanız zaman, elbette değil, ancak bu bir süreç, başlamış olması ve artarak devam etmesi önemli.

S.2)Markaların çevreci gibi görünerek yaptığı pazarlama anlayışı ne kadar doğru?
Burada birkaç yaklaşım var, birincisi markaların çevreye yaptıkları yatırımı paydaşlarına anlatmaları, bir diğeri paydaşların da katılımlarını sağlamaları, bir başka nokta ise bunu bir tanıtım unsuru olarak kullanmaları.
Marka eğer gerçekten inanarak ve yatırım yaparak çevre politikalarını sürdürebilirse bunun iletişimini de elbette yapacaktır. Çünkü paydaşları da markadan yaklaşımını öğrenmek ister. Artık paydaşların da çevre bilinci taşıdıkları ve beklentileri olduğunu unutmamak gerekir. Marka da bu bilinç içinde çevre yaklaşımını ürününe yansıtabilir ve pazarlama katmanlarından biri olarak sunabilir.
Ancak, burada unutulmaması gereken nokta şu ki, “çevreci olmak” ile “çevreci görünmek” arasında ciddi fark vardır. Çevreci görünmek tercih edildiği zaman, zaten ciddi yatırımın olmadığı, sürdürülebilirliği düşünülmeyen, sadece pazarlamaya katkı olsun, tüketicinin ilgisini çeksin düşüncesiyle yapıldığı zaman, bu elbette yanlış bir yol demektir. Bu düşünce tarzının değiştirilmesi gerektiği, uzun dönemde tüketicinin de negatif tercihi ile kendini gösterecektir.

S.3)Sizce çevreci pazarlama firmalara ne gibi faydalar sağlar?
Yeşil pazarlama, yeşil tüketim bilincinin yaygınlaşmasını sağlayarak, kamuoyunun artan beklentilerine cevap vermeyi hedefliyor. Yeşil pazarlamanın hedef kitlesi, çevre bilinci gelişmiş, bu konuya önem veren, bu bilinç ile üretilmiş ürünler kullanmak isteyen yeşil tüketiciler olarak nitelendirebiliriz. Kuruluşlar için temel strateji ise, bu tüketicilere yönelik ürünlerin, yeşil özelliklerini duyurmaktır. Dünya markalarının araştırmalarına göre, çevreye önem veren tüketiciler, genel olarak, çevreye zarar vermeyen mallar için daha fazla fiyat ödemeyi kabul ediyorlarmış.

Yeşil pazarlama, üründen, ürün ambalajından, son kullanımından sonra atık haline geldiği aşamaya kadar, yeşil kaliteyi içeriyor ve bu amaçla, tüketicileri bilgilendirici işaret ve açıklamalara, ürün veya hizmete sunum aşamasında da öncelik veriyor.

Kuruluşların; yeni ürün yaratmak, yeni hedef kitlelerine ulaşmak, mevcut ürünleri yeni hedef kitleleri ile buluşturmak, kurumun yeni hedef kitleleri ile farklı ürünlere tanıştırmak gibi hedefleri bulunuyor. Ürün farklılaştırmaları, tüketicilerin eğilimlerini iyi okuyabilmeleri ve bu eğilimlere yönelik ürün zincirini yönlendirmeleri önem taşır. Pazar içinde daha fazla yüzdeye kavuşmak için tüketici eğilimlerini bilmek ve tüketiciye istediği tarzda ürünü sunabilmek gerekiyor. Son yıllardaki genel tüketici eğilimi ise, kurumsal sorumluluk faaliyetlerine yatırım yapan, çevreyi önemseyen, eğitimi önemseyen, toplumun gelişimine katkıda bulunan kuruluşların ürünlerinin tercih edilmesinden yana. Plastik torba yerine bez torba kullanmak, çevreci ampullerin tercih edilmesi, doğal kaynakların korunmasına yardımcı olan ürünleri tercihi hep bu nedenle yapılıyor. Bizler de çevreci tüketiciler olarak bu ürünleri, elbette daha fazla tutar ödeyerek alıyoruz.

S.4)Çevreci politika izleyen şirketlere örnek gösterebilir misiniz?

Garanti Bankası’nın çok fazla yatırımı var. Türk Telekom yine çevre politikaları ile sağladığı çok büyük tasarrufları yine çevreye yatırıyor.
İş Bankası’nın, Koç Grubu’nun yatırımları var. Metro Grup, Polisan, Philips yine bu kuruluşlar arasında. Bunlar şu anda aklıma gelen kuruluşlar, çok fazla yatırım yapan çok büyük kuruluşlar var elbette.

S.5)Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Çevre dostu olan ürünlerin geliştirilmesi ve tanıtımına Yeşil Pazarlama diyoruz. Yeşil Pazarlama son yılların bize yansıyan ifadesi. Ancak buna dönük çalışmaların oluşması birden bire olmadı elbette, bir süreç dahilinde gerçekleşti. Bu zaman süreci içinde de kuruluşlar üzerinde baskı yaratan gruplar oldu. Zaten bu nedenledir ki, kuruluşlar da bu baskıları görmezlik edemediler. Bir başka açıdan bakıldığında, kuruluşlar kendilerini yeşil pazarlama yanında görmek ve göstermek istiyorlar, kime sorsanız veya kime anlatsanız,” yeşil pazarlamanın içinde olmak ve desteklemek isteriz” cümlesini duyabilirsiniz.
Araştırmalara göre, gelişmiş ülkelerde satın alma sürecinde çevresel ölçütler %75 oranında etkili oluyor, böyle olunca ürün ortaya çıkıyor.
Sivil Toplum Örgütleri, çevreye destek faaliyetleri, bilinçlendirmeleri, ortaklık teklifleri ile iş dünyasının desteğini aldılar. Çalışanların çevreye dönük olumlu yaklaşımı önemli… Yasaların getirdiği sınırlamalar mevcut. Medyanın desteği önemli. Bütün bunlarla birlikte en önemli konulardan biri de Etik ilkeler. Bazı kuruluşların çevre dostu olmayan kurum ve projelere hizmet vermemesi, yatırım yapmaması gibi…
Çevre bilinci yüksek tüketiciler, doğal kaynakların korunmasını ve çevreye verilen zararın azaltılmasını istiyor. Yeşil ambalajlama, yeşil etiketlendirme, yeşil fiyatlandırma, yeşil paketleme, yeşil dağıtım, bunların hepsi yapılacak alt çalışmalar. Yani sadece ürünü üretmekle kalmıyor, “yeşil” konsepti içinde bütünsel bir çalışma var.
Bu çerçevede, yeşil pazarlama anlayışı, ekolojik gerçekleri gizlemek yerine, yansıtmayı ve bu konudaki çabaları, sağlamlaştırmayı yöneltmeyi hedeflemeli.
Diğer yandan, yeşil pazarlama ile birlikte, iletişim çalışmalarının da çevreci kavramlar çerçevesinde yapılandırılması ve mesajların planlanması önem taşıyor, bu da iletişime yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Özellikle kuruluşlar için ağızdan ağza pazarlama olumlu sonuçlar yansımalar sağlıyor. Çevre dostu ürünlere güçlü destekçiler yaratmak için bilinçlendirme ve bilgilendirme kampanyaları yapmak çok önem taşıyor. Amerika’da on yıl önce yapılan bir araştırmada sadece %10 tüketicinin gerçek anlamda çevre dostu ürün destekçisi olduğu belirlenmişti, bugün bu rakamlar elbette daha yüksek. Ancak yine de bilinçlendirme kampanyalarının önemi halen büyük.

Global rekabet içinde, hızla gelişen teknoloji ve değişen dünya çerçevesinde ülkemizdeki kuruluşlara da çevrenin korunmasında ve çevreye dost yeşil ürünler oluşturulmasında önemli görevler düşüyor. Bu görevleri yerine getiren işletmeler, yeşil pazarlama sürecini iyi yönetebilen kuruluşlar, gelecekte ayakta kalabilen işletmeler arasında yer alma yolunda daha da kolay ilerleyecek.

Dilerim, dünyadan kaybettiklerimizi, bütün kesimlerin çabalarıyla yerin koymayı, en azından kaybolmayı önlemeyi sağlayabiliriz.

Açıklama: 28.01.2010 tarihinde yayımlanan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi İletim Gazetesi'nden...

NYC’de bir tüketim dönemi…

Bir süredir gitmediğim New York’daki canlılık ve hareketliliği, 24 saat yaşamanın keyfini özlemiştim. Geçen yıl yaşanan ekonomik kriz nedeniyle Amerika’da ekonomilerin daralması, gelirlerin azalması, işsizliğin artması sonucu bugünkü durumu da doğrusu merak ediyordum. Yılbaşı nedeniyle iki hafta kalınca bu konuyu gözlemlemek ve yaşayan kişilerle konuşmak ve yaşamı incelemek fırsatı buldum.
New York bilindiği üzere özel bir dünya şehri. Uluslar arası kimliği fazlasıyla taşıyor. Her milletten insanın yaşadığı ve turist olarak ziyaret ettiği bir yapıya sahip. Böyle olunca, krizi ve tüketim azlığını anlamak mümkün olmuyor. Noel tatili nedeniyle, inanılmaz turist akınına uğramış. Şehirde neredeyse NYC’liden çok turist görebiliyorsunuz. Ve bu nedenle alışverişin çok yoğun bir dönemi yaşanmış oldu. Yılbaşı ve indirimler, çok cazip fiyatları ortaya çıkarmış. Birçok markanın ürününü çok uygun fiyata alabilme imkanı bulabilirsiniz. Böyle olunca, bütün turistler mağazalara adeta akın ettiler. Pazar günü bile inanılmaz kuyruklar oluştu. Kasalardaki sıra neredeyse alışverişi kesmeniz için bir sebep oluşturabilir.
Diğer yandan, Amerika’da herkesin yılbaşı nedeniyle hediye alması bir gelenek. Bu nedenle bir ay öncesinden Noel alışverişi çılgınlığı başlıyor ve yılbaşından sonraki hafta sona eriyor. Hediyeler yılbaşı öncesi veriliyor/alınıyor ve karşı tarafın hediye iadesi ise yılbaşından sonraki beş gün içinde yapılıyor, bu bir gelenek halinde.
Noel dönemi, mağazalara canlılık, hareket, ürün çeşitliliği ve stokların yenilenmesi, ciro artışları, istihdam yaratılması gibi yararlar sağladı. Turistlerin para transferleri önemli kaynak yarattı. Aktif bir tüketim dönemi yaşandı.
Bir başka açıdan bakıldığında, gıda ve yemek sektörü NYC’de her zaman çok zengin ve aktif bir sektör. Lokantalar, cafeler akşam saatlerinde her zaman dolu, sıra kuyrukları her zaman var.
NY’lulara göre, ekonomik kriz yaşam şeklini ve yatırımların yönünü tamamen değiştirmiş. Emlak çok düşmüş ama emlak alanların oranı da çok düşmüş durumda. Manhattan dışındaki bölgelerde kiralar düşmüş ancak, kişiler yer değiştirmiyor. Otomobil değiştirme sıklığı uzamış. Beyaz eşya, mobilya değişimi ertelenmiş. Kısaca, kriz nedeniyle menkul ve gayrimenkul yatırımları durma noktasına taşınmış. Böyle olunca, sektörlerde çalışanların gelirleri düşmüş, işsizlik artmış. Yani bir fasit daire gibi. Çalışanda para olmayınca ekonominin dönüşü sağlanamıyor.
Böyle bir ekonomik düzen içinde, gıda ve küçük tüketim alanları çok canlı. Her şeyin büyüğüne dayalı gıda sektöründeki tüketimi gözlemlemek lokantalar ve marketler aracılığı ile çok kolay. Bizde de öyle değil mi? Ekonomik kriz nedeniyle her şeyi kısıtlıyor ve erteliyoruz, ama gıda konusunda sadece lüks tüketimi yapmıyoruz.
Bir önemli nokta da NYC’liler halen ikiz kulelerin kötü hatırasından kurtulamamışlar. Yerine yenileri yapılıyor ama büyük bir hüsran yaratmış halk arasında. Dileriz, dünyayı etkileyen böyle üzücü olaylar hiç yaşanmaz.
Her şey bir yana, NY insanı ruhen doyuran bir şehir. Kültürel etkinlikler, müzeler, kendini sürekli yenileyen sanat faaliyetleri her zaman karşılanan konular değil. Bu nedenle de turistlerin yoğun ilgisi içinde. Bütün bunları bir iletişimci olarak yorumlarsak, aslında iletişimin bütün unsurlarını ve araçlarını kullanarak NY yaratılıyor. Dileriz İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti şapkasını taşıyarak yıllar boyu iletişimini iyi yapabilir ve dünyada ses getirir, çünkü fazlasıyla hak eder durumda.

Apple her zaman öncelikli
Teknoloji sektörü en canlı sektörlerden biri. Apple mağazaları, hem turistler hem de yerli halk için çok önem taşıyor. Çok fazla ziyaretçi çekiyor. Hizmet veren gençleri sayamadım bile. Ama güzel bir perakende sektörü örneği veriyorlar, iyi donanımlı satıcılarla sistemi yürütüyorlar.


Mağazada şemsiyemiz için torba
Yağmurlu zamanlarda bir mağazaya girdiğimde her zaman şemsiyem problem olur. Bazı mağazalarda kapıda şemsiye koyacak olmaz, bazı büyük mağazalarda koysanız çalınma ihtimali bulunur, elinizde taşısanız yağmur suları ürünlere sıçrar diye üzülürsünüz vs. Ben her zaman niye düşünülmez derdim, ama düşünülmüş. Şemsiyenizi sokuyorsunuz, plastik torba geçiriliyor ve kolaylıkla taşıyorsunuz. Ben bu aleti yeni gördüm, hemen paylaşmak istedim. Türkiye’de bu konuda bir girişimci bulunabilir bile…

Açıklama: 15.01.2010 tarihinde yayımlanan yazımdan...

Sürdürülebilirlik Ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk

Size öncelikle TÜHİD ve İDA’nın şubat ayında birlikte gerçekleştirdikleri, “2.İletişim Hizmetleri Algılama Araştırması”nın sonuçlarının bir bölümünü aktarmak istiyorum.
- İş hedeflerine ulaşmada en önemli 7 iletişim hizmeti sıralamasında ilk sırada Kurumsal İtibar yönetimi geliyor
- İletişim danışmanlarından son iki yıldır en fazla talep edilen hizmetler içinde ikinci sırayı Kurumsal Sosyal Sorumluluk alıyor
- 2 yıl sonra önemli olacak iletişim hizmetleri sıralamasında ilk sırada itibar yönetimi, altıncı sırada kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları yer alıyor.
- Şirketiniz kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetinde bulunuyor mu sorusuna yöneticilerin %74’ü evet diyor.
Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı, “gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin, bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilecek kalkınma” olarak tanımlanıyor. Bir başka deyişle, insanla doğa arasında denge kurarak, doğal kaynakları sonuna kadar tüketmeden, bugünün ve geleceğin yaşamını ve kalkınmasını programlama anlamını taşıyor.
Temel olarak sürdürülebilir kalkınma:
Ekonomik açıdan dünya piyasalarıyla rekabet edebilen, insanların temel ihtiyaçlarının uygun şekilde karşılandığı, refah düzeyini yükseltici,
Toplumsal açıdan hakkaniyetçi, eşitlikçi; dezavantajlı grupları kapsayıcı ve yaşam kalitesini yükseltici,
Çevre ve doğal sistemler açısından önleyici/koruyucu/iyileştirici
olacak şekilde birbirini destekleyici ve bütünleyici; nesiller içi ve nesiller arasında dengeli olarak planlanması ve yönetilmesi süreci olarak görülüyor.
Kurumsal sosyal sorumluluk kavramları, dünyada artık ‘sürdürülebilir kalkınma’ olarak da tanımlanıyor. Sürdürülebilir kalkınma, bir şirketin kurumsal davranış biçimini ve kimliğini ve buna bağlı olarak da şirketin ulusal ve uluslararası pazarlardaki itibarını sorguluyor.

Bugün sürdürülebilir kalkınma konusunda dünya çapında bir uzman, Novartis Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Klaus Leisinger in kıymetli görüşlerini ve tecrübelerini bizimle paylaşacak olmasını biz iletişimciler için şans olarak görüyorum.

Prof. Dr. Klaus Leisinger Kimdir?

Lisans eğitimini İsviçre Basel Üniversitesi’nde ekonomi ve sosyal bilimler üzerine yapan konuğumuz, 1947 Almanya doğumludur.
12 senedir yönetim kurulunda bulunduğu Novartis Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı’nın, 2002 yılından beri yönetim kurulu başkanlığını sürdürüyor. Vakıftaki görevinden önce Novartis Ciba markasının Doğu Afrika CEO’luğunu yürüttü. Halen İsviçre’de bulunan Basel Üniversitesinde sosyoloji dalı öğretim görevlisi olarak görev yapıyor. İş etiği, globalleşme, ilaç firmalarının kurumsal sosyal sorumluluk alanlarının yanı sıra insan hakları ve iş hayatı konusunda da uzmanlığı bulunyor. Washington Georgetown Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği yaptı. Ayrıca Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Dünya Bankası gibi birçok farklı ulusal ve uluslararası kuruluşa danışmanlık görevlerinde bulundu. Doktora sonrası ‘ En Az Gelişmiş Ülkelerdeki Sağlık Politikası’, Nüfus Politikaları ve Uluslararası iş etiği üzerine çalıştı.

Açıklama:5 Haziran 2009 tarihinde gerçekleşen "İletişim Sürdürülebilirliği” başlıklı konferanstan...

Yöneticiler, kendi kariyerleri ve kuruluşlarının geleceği için iletişim çalışmalarına önem vermeli, zaman ve kaynak yaratmalılardır

• Başkanlığını yürüttüğünüz TÜHİD projeleri ve faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz?
Türkiye Halkla İlişkiler Derneği, halkla ilişkiler mesleğinin mensuplarını bir çatı altında toplayarak, meslek içi dayanışmayı sağlamak, mesleğin ülkemizde gelişimini, yerleşmesini ve doğru tanınmasını sağlamak amacıyla 1972 yılında kuruldu. Faaliyete geçtiği dönemde öncelikli olarak mesleğin ülkemizde algılanmasını ve tanınmasını sağlayan Derneğimiz, daha sonraki dönemlerde uluslar arası kuruluşlarla bağlantı kurarak, halkla ilişkiler mesleğini profesyonel kimlik olarak kabul eden onlarca üye kazandı.
Derneğimiz her yıl eğitim, seminer, konferans, panel ve yarışma gibi etkinliklerin yanında, CERP (Avrupa Halkla İlişkiler Federasyonu) Yönetim Kurulunda ve TOBB Medya ve İletişim Meclisi’nde çalışmalarını sürdürüyor.

• Türkiye’de halkla ilişkilerin durumu ve gelecekteki seyri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gelişen bir ülkeyiz, uluslar arası yatırımlar var, rekabet çok hızlı, her geçen gün halkla ilişkiler faaliyetlerine duyulan ihtiyaç artıyor. Bu nedenle de iletişim sektörü sürekli büyüme eğilimi gösteriyor.
Kuruluşların ve yöneticilerin, gelecekte iletişim çalışmalarına daha fazla önem vereceklerini ve kaynak yaratacaklarını tahmin ediyoruz. Kuruluşlar, kendilerini ifade edebilmek için iletişim desteği almak zorundalar.

• Halkla ilişkiler sektörünün sorunları neler sizce? Ve bu sorunlar nasıl aşılmalıdır?
Öncelikli sorunumuz, yöneticilerin ve kuruluşların iletişim çalışmalarını da tıpkı finans, satış gibi yönetim fonksiyonlarından biri olduğunu görmeleri konusunda ikna aşamasında yaşadıklarımızdır. Yöneticilerin inanmadığı ve kabul etmediği iletişim projesi başarılı olamaz. Yönetici kabul etmeli, benimsemeli ve uygulanmasını sağlamalıdır ki başarı olsun.
Diğer yandan sektör içinde de bazı sorunlarımız var. Küçük bir sektörüz, insan kaynağı sorunumuz var, küçük bütçelerle çalışıyoruz. Diğer yandan, dünyayı yakından takip ediyoruz, dünya ölçüsünde projelerin hazırlandığı bir sektör içindeyiz.

• Türkiye’de büyüyen şirketlerin halkla ilişkiler çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?
Kuruluşların çok başarılı iletişim projeleri var. İletişim çalışmalarını kuruluş bünyesinde diğer çalışmalardan biri olarak görülmesi bir süreç. Yöneticinin vizyonu önem taşıyor. Büyük şirketlerin başarısında iletişim rolü de elbette önemli kriterlerden biri. Üretimi ve satışı yüksek başarılı olarak gerçekleştirebilir, ancak çalışanları ile ilişkisini veya paydaşları ile çalışmasını veya medya ile iletişimini iyi yönetemezse, başarıya gölge düşer. Büyük kuruluşlar artık bu konuda çok başarılılar.
TÜHİD’in Altın Pusula Halkla İlişkiler Yarışması’na başvuran projeler bize şunu gösteriyor. Çok farkli iletişim kategorilerinden inanılmaz projeler üretilmiş, kaynak yaratılmış, ülkeye faydası olmuş ödüllü projeler var. Aynı şekilde yurt dışındaki birçok yarışmadan ödülle dönen iletişim projeleri var. Hepsi sektörümüz adına gurur verici. Yöneticilere de bu bağlamda teşekkür ediyoruz.
• Büyümek isteyen firmalara bu bağlamdaki önerileriniz neler olur?

Büyümeye çalışan firmalar öncelikle kurumsallaşma, kurumsal kimlik oluşturmaya zaman ve kaynak harcamalılar. Sonrasında iletişim çalışmaları ile büyüme sürecini yönetirlerse, daha sağlıklı ve kamuoyu ile paydaşları nezdinde daha itibarlı büyüme gerçekleştirebilirler.

• Kurumsal Sosyal Sorumluluk projelerinin firmalara katkıları konusunda neler düşünüyorsunuz?
Kurumsal Sosyal Sorumluluk kampanyaları doğru yapıldığı takdirde kurumlara itibar kazandırır. Sosyal sorumluluk faaliyetlerine, kurumun tüm çalışanları ve paydaşlarının da katılımı sağlanarak gerçekleştirilmesi gerektiği inancındayım. Böylece kurum çalışanlarının da sosyal sorumluluk faaliyetlerinde etkin olarak yer alması sağlanarak, kuruma olan aidiyet duygularını da pekiştirecektir.

Kuruluşlar, son yıllarda sorumluluklarını daha önemsemeye ve bu yönde de çalışmalar yapmaya başladılar. Görüldü ki, iş hayatı sadece üretmek ve satmak ile sınırlı değil. Kuruluşların, çalışanlarına, çevrelerine, tüketicilerine karşı sorumlulukları var. Özellikle rekabetin global alanda olması, kuruluşların kurumsal sosyal sorumluluk politikalarına sahip çıkmasını zorunlu hale getiriyor, aksi takdirde malını satma imkanı bulamayabiliyor. Uluslar arası ticarette aranan kriterleri karşılayabilmek önem taşıyor. Diğer yandan tüketiciler için de üreticinin sorumluluklarını yerine getiriyor olması artık tercih kriterleri arasında yer alıyor.
Bir kuruluşun sosyal sorumluluk projelerini oluşturmasından önce, kurumsal sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Vergisini vermeli, yasal çalışmalı, çalışanlarının haklarını gözetmeli, çevresini düşünmeli, rüşvet ve yolsuzlukla mücadele etmeli, çocuk işgücü kullanmamalı vs. gibi kurumsal sorumluluklarını yerine getirmelidir.
Bir kurumsal sosyal sorumluluk çalışmasında, kamu sektörü+özel sektör+STK işbirliği halinde üretilmesi projenin sağlamlığı ve işlerliği halinde önem taşımaktadır. Ayrıca sürdürülebilirliği de yine bir başka önemli kriter.


• Halkla ilişkiler sektörü krizden etkilendi mi? Hangi oranda?
Geçen yılın son çeyreğinde yaşanan küresel krize bağlı olarak kurumların faaliyetlerini daraltması ve yine bütçelerde gerçekleştirilen kısıtlamalar, iletişim sektörünü de elbette etkiledi. Küresel krizle birlikte yöneticilerin uzun vadeli düşünmeleri ve gerekli tedbirleri önceden almaları, krizi iletişim çalışmalarıyla fırsata dönüştürmeleri ve yeni açılımlar sağlamaları önem taşıyor. Bunun yanı sıra iletişim sektörü için bir fırsat da yaratacak, o da daha etkin kullanılacak yeni iletişim kanalları ortaya çıkacak.


• Gelecekte halkla ilişkilerin trendleri neler olacak? Türkiye bu gelişmelere ayak uydurabilecek mi?

Gelişen teknolojik gelişmelerle birlikte halkla ilişkiler sektöründe de değişiklikler ve gelişmeler yaşanıyor. Klasik anlamda iletişim araçlarının kullanımı azalmaya başladı. Özellikle genç hedef kitlenin kullandığı sosyal medya hızla iletişim araçları arasında yerini aldı.
Hedef kitlelerin daralması ve iletişim kanallarının genişlemesi, iletişimcileri çok daha hızlı ve etkin çalışmaya yöneltiyor. Kuruluşların kendilerini daha iyi ifade edebilmeleri için, iletişim araçlarını çok etkin kullanmaları önem taşıyor.
Diğer yandan, itibar yönetimi, kriz iletişimi ve medya iletişimi yine dikkat edilmesi gereken diğer iletişim alanları.

Açıklama: 09.10.2009 tarihli DT BUSINESS REVİEW'dan...

“İletişim çalışmalarının önemini, seçim döneminde bir kez daha gördük”

İletişim, kuruluşlar için önemli bir yönetim bilimidir. Her kuruluşun ve her yöneticinin iletişim çalışmasına ihtiyacı bulunuyor. Bugün özel sektör kuruluşlarının ve üst düzey yöneticilerin önde gelenleri iletişimin sırrını keşfetmiş bulunuyorlar.

İletişimin en önemli özelliğinin, bir strateji dahilinde planlanarak gerçekleştirilmesi ve sürekliliğinin sağlanması olarak özetleyebiliriz. Kuruluşların iletişime bakış açıları da işte bu noktada ortaya çıkıyor. Ya bütünsel değil de sadece bir aktivite için düşünülüyor veya statejisi ve sürdürülebilirliği bulunmuyor.

Aslında bilinmesi gerekir ki, iletişim çalışmaları uzun süreli çalışmalardır. Sonuçları başlangıcından bir veya iki yıl sonra sağlıklı olarak görülmeye başlar. Bu süreç içinde de çalışmalara devam edilebilmesi halinde iletişimin etkisi görülebilir.

Siyasi partilerimiz için de aynı şey geçerli. Partilerimizin çoğunluğunda istikrarlı bir iletişim çalışması yok. Dönemsel veya Başkana odaklanmış bir iletişim çalışması zaman zaman görülse de aslında ana hedef kitleleri olan halka dönük çalışmalar gözlemlenmiyor.

Erken seçimin gündeme gelmesi, siyasi partileri telaşlandırdı. Adeta hazırlıksız yakalandılar. Hemen reklam çalışmalarına yöneldiler. Bütçelerin belki %10’luk bir bölümü iletişim çalışmalarına ayrıldı. Aslında reklam çalışmaları bir yere kadar hedefe ulaşıyor, ancak iletişim çalışmalarındaki eksiklik oyları doğrudan etkiliyor.

Bu dönemde seçim çalışmalarında partilerin iletişime verdikleri önem de ortaya çıktı. Partiler kendi aralarında yarışırken, reklam ve iletişim çalışmaları da bu yarışı destekledi. AKP’nin başarısındaki en önemli faktörlerden biri de bu olsa gerek.

AKP, başarılı bir seçim dönemi yaşadı ve başarılı bir sonuç aldı. Başarısındaki önemli etkenin, kurulduğu günden itibaren sürdürdüğü istikrarlı, sürekli ve sağlıklı iletişim stratejisi olduğunu söyleyebiliriz. Biz iletişimciler için güzel bir siyasal iletişim örneği. Bir strateji dahilinde, sürekliliği olan, hedef kitlesi ile birebir iletişimin sağlandığı, hizmetin anlatıldığı, bütünselliğin gösterildiği bir iletişim çalışmasıdır.

Yıllardır iletişim uzmanı büyüklerimizin de söylediği gibi, bütün partilerin ihtiyacı olan iletişim çalışmasını, önemseyen ve olması gerektiği gibi gerçekleştiren ve uygulayanların seçimi kazandığını iki dönemdir görüyoruz.

Seçim sonuçları, AKP’lileri bile şaşırttı, aslında şaşıracak ne var ki, bu istikrarlı iletişimin bir sonucu...

Diğer yandan bu iletişimin bir devamı olarak, Sayın Başbakanın seçim döneminde ve sonrasında çok daha uzlaşmacı ve yapıcı bir yaklaşım izlediğini görüyoruz.

Bu yaklaşımın yeni dönemde, hükümette, sektörlere, iş dünyasına, medyaya, halka dönük olarak da devam etmesini diliyoruz. Yapıcılık ve uzlaşmayla, hoşgörüyle, birlikte hareketle, ülkemizin yararını ve geleceğini düşünerek, ülkemiz daha aydınlık ve hızla ilerleyecektir.

Açıklama: 13.08.2007 tarihinde yayımlanan Bizim Gazete'den..

"Sponsorluk, ticari sonuçları da hedefleyen bir iletişim aracı"

TOSFED’in varoluşuna ve bugünlere gelişine hep beraber şahidiz. Gösterilen büyük bir özveri ve fedakarca çalışmalar TOSFED’i bugünlere taşıdı. Türkiye’de olmayan bir çalışma yaratıldı, üstelik de uluslar arası boyuta taşındı.

TOSFED’in uluslar arası yarışların bir ayağını Türkiye’ye taşıması, çok önemli bir sektörel başarı. Bu başarı, aynı zamanda Türkiye’nin uluslar arası tanıtımının da çok önemli bir ayağını teşkil ediyor.

Ülkelerin gelişmişlik düzeyinin sivil toplum kuruluşlarının nicelik ve nitelik olarak yüksekliği ile doğru orantılı olduğunu düşünürsek, hepimizin üstlenmesi gereken görevler var. Bu görevleri yaparken de sivil toplum kuruluşlarının desteğe ihtiyacı var. Bu desteği ise paydaşların göstermesini bekliyoruz.

Bilgi ve iletişim çağında yaşadığımız günümüzde, rakipler arasında ön plana çıkmak, farkındalık yaratmak, hedef kitle ile duygusal bağ kurmak ve az bütçelerle geniş kitlelere ulaşmak önem kazanıyor.

Artık tüketiciler, hayat tarzını, duyguları da satın almak istiyorlar. Bu nedenle de sponsorluk etkin pazarlama araçlarından biri olarak ortaya çıkıyor. Yani sponsorluk, ticari sonuçları da hedefleyen bir iletişim aracı. Aynı zaman da da iki yıl önce sağlanan düzenlemelerle gider gösterilebilen ve etkinliği ölçülebilen bir iletişim aracı.

Türkiye'de kurumlar yaratıcılıklarını kullanmak ve doğru iletişim tekniğini seçmek için büyük çaba gösteriyorlar. Artık ürettikleri ürünlerden daha çok topluma kattıkları değerler ile ön plana çıkıyorlar. Kurumsal sosyal sorumluluğun temelinde ise 'topluma geri verme' ilkesi yatıyor.

Her kanaldan iletişim bombardımanına tutulan tüketicilerin kendilerine sponsorluk kanalıyla iletilen mesajlardan daha çok etkilendiği de yine belirtiliyor.

Özellikle üst düzey teknolojik imkanları, gücün, mücadelenin ve zamana karşı yarışmanın insanın ve doğanın içiçe geçtiği en önemli spor dalı olan motor sporları sektör ayrımı yapılmadan bütün kuruluşların ilgisini ve tüketici kitlesini çekecektir.

Doğru yapılan sponsorluklar hedef kitleye en kısa yoldan ve en etkili şekilde ulaşır. Tüketici önem verdiği konudaki sponsorluklardan daha çok etkilenir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, kamuoyu artık topluma katkıda bulunan şirketlere daha çok itibar etmekte ve bu tercihi tüketime de yansıtarak satışları arttırmaktadır. Çünkü tüketiciler artık ürünün kalitesi kadar onu üreten kurumun imajına ve itibarına da önem veriyor. İmajı geliştirmek için de kurumsal sosyal sorumluluk en uygun iletişim kanallarının başında geliyor.

Tabii ki sadece sponsorluk yapmak yeterli değil. Önemli olan doğru sponsorluğu yapmak, hedef kitleye, kurum stratejisine uygun doğru projelerin seçilerek, kamuoyunda yeterli algılamayı sağlamak. Sponsorlukların doğru iletişim stratejisi ve halkla ilişkiler uygulamaları ile desteklenmesi ve değerlendirilmesi de başarıda çok önemli etkendir.

Sizlerin bu doğrultuda TOSFED faaliyetlerine katkınızın olacağına ve kuruluşlarınız adına ülkemiz için yapılan her faaliyete katkınız olacağına inanıyoruz ve bekliyoruz.

Açıklama: 15.02.2006 tarihinde gerçekleşen TOSFED'in yeni dönem toplantısından...

YEREL YÖNETİMLERDE HALKLA İLİŞKİLER

Halkla ilişkiler her alanda çok önemli bir yönetim bilimi. Ancak, bütün hizmet kuruluşlarında olduğu gibi yerel yönetimler gibi halka en iyi hizmete talip olan kuruluşlar ve yöneticileri için çok daha önemli bir yönetim dalı.

Bugün değişen dünya koşulları, değişen yönetim anlayışı, teknolojinin sınırsız desteği, kuruluşlar arası ciddi rekabet; global yönetim anlayışını, en iyi hizmet anlayışını, koşulsuz müşteri memnuniyetini, açık, şeffaf, katılımcı yönetim modelini zorunlu kılıyor. Böyle olunca da hangi alanda faaliyet gösterirseniz gösterin iletişim çalışmasının yapılmadığı bir yönetim modelinde başarılı olmak imkansız.

İletişim

Yöneticiler ve kuruluşlar için halkla ilişkiler dediğimiz zaman, iletişimin önemini hemen vurgulamamız gerekiyor.

“İletişim kavramına baktığımızda ve “iletişimin sorumlusu kim?” diye detaylandırdığımızda karşımıza çıkan iletişimin aslında hepimizin işi olduğudur.

Yerel yönetimlerin en alt kademesinde görev yapan elemandan en üst kademesinde görev yapan Başkan’a kadar çok geniş bir yelpaze içinde cinsiyet, eğitim, statü farkı aranmadan iletişim her çalışanın, hepimizin görevidir. Önemli olan iletişim disiplinlerinin bütün kademelere yayılması, uygulanması ve bir yaşam biçimi olarak benimsenmesinin, içselleştirilmesinin sağlanmasıdır.

Bu konuda da üst düzey yöneticilere ve iletişim yöneticilerine çok önemli görevler düşüyor. Aslında artık halkla ilişkilerin bir yönetim bilimi olduğunun kabul edilmesi, yönetim biliminin en önemli dallarından biri olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Yerel Yöneticiler, hem kendi kariyerleri hem de kuruluşlarının geleceği için iletişimi önemli bir yönetim fonksiyonu olarak görmeli ve uygulanması için gerekli ortamı oluşturmalıdır.

“İletişimin yönetilmesindeki farklılık ve beceri üstünlüğü, yöneticilerin geleceklerini de etkileyecektir”

Artık, gelişen organizasyon şemalarında iletişim yöneticilerinin pozisyonları CEO’lara çok yakın durumdadır. Bu da iletişimcilere çok önemli bir sorumluluk da yüklemektedir ki, o da sürekli mesleki gelişim sağlamaları, iletişim dünyasını takip etmeleri, ayrıca yöneticilik ve yönetim fonksiyonları konusunda bilgi sahibi olmaları ve gelişimleri takip etmeleridir.

Bir diğer deyişle;
- iletişimi yaşam biçimi olarak benimseyen,
- kuruluşuna hakim,
- iletişimin çok önemli bir yönetim fonksiyonu olduğunun bilincinde olan,
- hem kendi kariyerleri hem de kuruluşlarının gelecekteki başarıları için iletişimin önemini anlayan ve kavrayan yerel yönetimler,
kendilerini geleceğe taşıyacaklardır.
- Ayrıca, iletişimin yönetilmesindeki farklılık ve beceri üstünlüğü, yerel yöneticilerin geleceklerini de etkileyecektir.

Bununla birlikte, iletişimciler, kendilerini geleceğin yöneticilerine ve yönetim modellerine, teknolojinin hızına ve sürekli değişime hazırlamalıdırlar.

Yine yerel yönetimler için geleceğin en önemli konulardan bir diğeri etik unsurudur.
Bütün kuruluşların gelecekteki itibarı,
- etik kavramını benimsemeleri ve
- çalışma süreçlerini bu doğrultuda yönlendirmeleri
- çalışanlarını bu kavram ile yetiştirmeleri ve yönetmeleri
- kuruluşun bütününe etik kavramını yerleştirmeleri ve içselleşmesini sağlamaları ile
gerçekleşecektir.

Her mesleğin, ulusal ve uluslararası standartları olduğunu biliyoruz, bizim mesleğimiz için de aynı şey geçerlidir. Halkla ilişkiler alanında da meslek etiğinin uygulanırlığı her geçen gün daha da önem kazanıyor.

Hepimizin görevi, sektörümüz, çalışanlarımız, hizmet verdiğimiz kuruluşlar bütününde toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmek için meslek standartlarımıza sahip çıkmak ve uygulanabilirliğini yaygınlaştırmaktır. Ancak, bireylerin, toplumun genelindeki deformasyon, bütün meslekleri ve çalışma hayatını da erezyona uğratmış durumda. Mesleğimizin, sektörümüzün ve ülkemizin geleceği için hem kişisel hem de mesleki değerlerimize mutlaka sahip çıkmalı ve sonraki nesillere aktarımının sağlanmasını ve uygulanabilirliğini takip edebilmeliyiz. Kısaca yerel yöneticilikte hedefe ulaşmaya evet, ama iş ahlakına, meslek ahlakına ve meslek standartlarına uygun çalışarak.

İletişimin hepimizin görevi olduğunu kabul edince ve bu görevi de hepimizin sahiplenmesi gerekince, bu konunun bir stratejisti ve yönlendiricisinin olması önemli. Bu aşamada yöneticilere çok önemli görevler düşüyor.

Kurumlardaki sorun, her kademede iletişimi bir bütün olarak görebilmekte... İletişimi “tutarlılık ve süreklilik” olarak içselleştirebilmekte...
Kurumların kazandığı başarının temelinde iki anahtar var. “Süreklilik” ve “Tutarlılık”.

Eğer bir organizasyonda GÜVENİLEBİLIRLİK oluşursa ve daha sonra KENDİNE GÜVEN kazanırsa, çevresinden SAYGI görecek. Kendinize güven yaratabilirsiniz. Fakat bunu Güvenilirlikle desteklerseniz çok daha kuvvetli bir konum kazanırsınız. Nihai kazanç ise çevreden saygı görmek. Güvenilirlik, kendine güven ve saygı birbirinden bağımsız olarak geliştirilebilir. Fakat bizim görevimiz, bu üçünü bütünleştirmek ve kuruluşumuzun itibarını artırmak.

Süreklilik, kurumun felsefesinde, kültüründe, duruş ve davranışlarında sağladığı, düşünce ve konsept bazındaki “süreklilik”.

21.yüzyıl şirket otokrasisinin sona erdiği, kurumların değerleriyle ayakta kalacakları veya yıkılacakları bir yüzyıl olacak. Bu noktada kuruluşları yöneten liderlere ve biz iletişimcilere büyük sorumluluk yüklenmektedir.

Yerel Yöneticilerin işi gördüğünüz gibi oldukça zorlaştı. Bugün dünya örnekleri gösteriyor ki, üst düzey yöneticiler neredeyse zamanının %30 gibi bir bölümünü “iletişim” ile ilgili konulara ayırıyorlar.

Yöneticiler, ancak bilgi sahibi oldukları konuların yönetiminde büyük başarılar sağlayabiliyorlar. Bir konunun kademelere yayılmasını ve bünyede kabul edilmesini ve içselleşmesini koordine etmeleri gerekiyor. Ve de öncelikle ikna edilmeleri gerekiyor. Biz iletişimcilerin de öncelikli işi yöneticileri iletişim konularına kaynak ve zaman ayırmaları için ikna ile başlıyor.

Kamu yönetiminde de yeni arayışlar, daha şeffaf, halkın katılımını içeren yönetimleri gerekli kılıyor. Kent konseyleri, kent merkezleri, iletişim merkezleri, beyaz masa, mavi masa ve sizlerin de bildiği başka örnekler bunların devamı.

Bütün yerel yönetimlerde böyle bir yönetim tarzı olduğunu söylemek bizim ülkemiz için henüz erken, şeffaf bir yapı da tartışılabilir. Özellikle halkın katılımını sağlayacak projelerin üretilerek yönetilmesi gerekir.
Halkın sorunlarını çözme, karar alma süreçlerinde halkın katılımını sağlamak önemli. Gündemin halka duyurulması, halka açık olması, e-devlet gibi, elektronik alanda 7 gün 24 saat kesintisiz hizmet çok önemli.

Yerel yönetimlerde önemle dikkat edilmesi gereken bir diğer boyut, sosyo psikolojik boyutu, insani boyutu. Güler yüzlü hizmet, iyi niyetli ve yapıcı bir telefon konuşması, halkın talebinin yerine getirilmesi konusundaki iyi niyet ve çaba, halkla ilişkiler birimlerinin bilinçli olarak kurulmaları ve yönetilmeleri, projelerin üretimi ve uygulanması, halkın katılımının etkinleştirilmesi önem kazanan alanlar.

Tabi bu arada, bulunduğu noktayı halka dönük kullanan yerel yöneticiler ise bu konunun en önemli noktası.

Günümüz yönetim anlayışı, iletişim konularını rekabet ve başarı avantajı için zorunlu ve gerekli kılıyor. Yöneticilerimizin de bu konuya her geçen gün artan inançları biz iletişimcileri gerçekten yüreklendiriyor. Dileğimiz, bütün yöneticilerin halkla ilişkiler / iletişim konularına da tıpkı diğer yönetim faaliyetleri gibi, yapılanmada yer vermeleri, organizasyon şemalarında yer vermeleri, kaynak yaratmaları ve öncü rolü üstlenerek alt kademelerin de bu konuları benimsemeleri ve uygulanmasını sağlamalarıdır.

Yerel yöneticilerinin de bu paralelde düşüneceklerini, düşündüklerini, başarı için yönetimin iletişim dalını da zorunlu göreceklerine, bu mesleğe gönül veren biri olarak yürekten inanıyorum.

Açıklama:27.05.2005 tarihinde gerçekleşen "YEREL YÖNETİMLERDE HALKLA İLİŞKİLER" seminerinden...

“Halkla ilişkiler bir yönetim bilimi”

Halkla İlişkiler, 40 yıl önce çoğunluğun kuşkuyla yaklaştığı bir alanken, bugün kocaman bir sektör. Gençlerin üniversite tercihleri için ve iş kurmak isteyenler için de gözde bir meslek. Büyümek, güven kazanmak, daha çok tanınmak isteyen kuruluşların vazgeçilmez unsuru.
Bu ilgi karşısında, halkla ilişkiler alanında çalışan şirketlerin sayısı da hızla yükseliyor. 30-35 yıl önce bir kuruluşta halkla ilişkiler biriminin bulunmasına ya da şirketlerin bu konuda dışarıdan danışmanlık hizmeti almasına “fantezi” gözüyle bakılırken, şimdi çalışma hayatının olmazsa olmaz sektörlerinden biri.
Halkla ilişkiler danışmanıyla çalışan şirketler, bunun işlerine olumlu yansımalarını yaşamakta gecikmiyor. Bu da halkla ilişkilerin sihri olsa gerek.

Kuruluşlar ve Yöneticiler için halkla ilişkiler dediğimiz zaman, iletişimin önemini hemen vurgulamamız gerekiyor.

“İletişim kavramına baktığımızda ve “iletişimin sorumlusu kim?” diye detaylandırdığımızda karşımıza çıkan iletişimin aslında hepimizin işi olduğudur.

“ İletişim, kuruluşların en alt kademesindeki çalışandan en üst kademesindeki CEO’ya kadar bütün çalışanların görevi. İletişim yönetimindeki farklılık ve beceri üstünlüğü, yöneticilerin kişisel kariyerini de etkiliyor.”

Kuruluşların en alt kademesinde görev yapan elemandan en üst kademesinde görev yapan CEO’ya kadar çok geniş bir yelpaze içinde cinsiyet, eğitim, statü farkı aranmadan iletişim her çalışanın, hepimizin görevi. Önemli olan iletişim disiplinlerinin bütün kademelere yayılması, uygulanması ve bir yaşam biçimi olarak benimsenmesinin, içselleştirilmesinin sağlanması.

Bu konuda da üst düzey yöneticilere ve iletişim yöneticilerine çok önemli görevler düşüyor. Aslında artık halkla ilişkilerin bir yönetim bilimi olduğunun kabul edilmesi, yönetim biliminin en önemli dallarından biri olduğunun kabul edilmesi gerekir. Yöneticiler, hem kendi kariyerleri hem de kuruluşlarının geleceği için iletişimi önemli bir yönetim fonksiyonu olarak görmeli ve uygulanması için gerekli ortamı oluşturmalıdır.

Günümüz organizasyon şemalarında iletişim yöneticilerinin pozisyonları CEO’lara çok yakın durumda. Bu da iletişimcilere çok önemli bir sorumluluk da yüklemektedir ki, o da sürekli mesleki gelişim sağlamaları, iletişim dünyasını takip etmeleri, ayrıca yöneticilik ve yönetim fonksiyonları konusunda bilgi sahibi olmaları ve gelişimleri takip etmeleridir.

Bir diğer deyişle;
- iletişimi yaşam biçimi olarak benimseyen,
- kuruluşuna hakim,
- üretim ve satış kadar hatta daha da önemli bir yönetim fonksiyonunun iletişim olduğunun bilincinde olan,
- hem kendi kariyerleri hem de kuruluşlarının gelecekteki başarıları için iletişimin önemini anlayan ve kavrayan yöneticiler,
geleceğin yöneticileri olacaklar.

“İletişimin yönetilmesindeki farklılık ve beceri üstünlüğü, yöneticilerin geleceklerini de etkileyecektir”

Ayrıca, iletişimin yönetilmesindeki farklılık ve beceri üstünlüğü, yöneticilerin geleceklerini de etkileyecektir.

Bununla birlikte, iletişimciler de kendilerini, geleceğin yöneticilerine ve yönetim modellerine, teknolojinin hızına ve sürekli değişime hazırlamalıdırlar.
Etik, günümüzün en önemli kavramlarından biridir.
Yine yöneticiler için geleceğin en önemli konulardan bir diğeri etik unsurudur.
Kuruluşların gelecekteki itibarı,
- etik kavramını benimsemeleri
- çalışma yaşamını bu doğrultuda yönlendirmeleri
- çalışanlarını bu kavram ile yetiştirmeleri ve yönetmeleri
- kuruluşun bütününe etik kavramını yerleştirmeleri ve içselleşmesini sağlamaları ile
gerçekleşecektir.

Her mesleğin, ulusal ve uluslararası standartları olduğunu biliyoruz, bizim mesleğimiz için de aynı şey geçerli. Halkla ilişkiler alanında da meslek etiğinin uygulanırlığı her geçen gün daha da önem kazanıyor.

Hepimizin görevi, sektörümüz, çalışanlarımız, hizmet verdiğimiz kuruluşlar bütününde toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmek için meslek standartlarımıza sahip çıkmak ve uygulanabilirliğini yaygınlaştırmaktır. Ancak, bireylerin, toplumun genelindeki deformasyon, bütün meslekleri ve çalışma hayatını da erozyona uğratmış durumda. Mesleğimizin, sektörümüzün ve ülkemizin geleceği için hem kişisel hem de mesleki değerlerimize mutlaka sahip çıkmalı ve sonraki nesillere aktarımının sağlanmasını ve uygulanabilirliğini takip edebilmeliyiz. Kısaca yöneticilikte hedefe ulaşmaya evet, ama iş ahlakına, meslek ahlakına ve meslek standartlarına uygun çalışarak.

İletişimin hepimizin görevi olduğunu kabul edince ve bu görevi de hepimizin sahiplenmesi gerekince, bu konunun bir stratejisti ve yönlendiricisinin olması önemli. Bu aşamada yöneticilere çok önemli görevler düşüyor.

Kurumlardaki sorun, her kademede iletişimi bir bütün olarak görebilmekte... İletişimi “tutarlılık ve süreklilik” olarak içselleştirebilmekte...

Kurumların kazandığı başarının temelinde iki anahtar var. “Süreklilik” ve “Tutarlılık”.

Bir organizasyonda, güvenilebilirlik teşkil ederse ve daha sonra kendine güven kazanırsa, çevresinden de saygı görecektir

Eğer bir organizasyonda GÜVENİLEBİLIRLİK oluşursa ve daha sonra KENDİNE GÜVEN kazanırsa, çevresinden SAYGI görecek. Kendinize güven yaratabilirsiniz fakat bunu Güvenilirlikle desteklerseniz çok daha kuvvetli bir konum kazanırsınız. Nihai kazanç ise çevreden saygı görmek. Güvenilirlik, kendine güven ve saygı birbirinden bağımsız olarak geliştirilebilir. Fakat bizim görevimiz, bu üçünü bütünleştirmek ve kuruluşumuzun şöhretini artırmak.

Süreklilik, kurumun felsefesinde, kültüründe, duruş ve davranışlarında sağladığı, düşünce ve konsept bazındaki “süreklilik”.

Bu yüzyıl şirket otokrasisinin sona erdiği, kurumların değerleriyle ayakta kalacakları veya yıkılacakları bir yüzyıl olacak. Bu noktada, şirketleri yöneten liderlere ve biz iletişimcilere büyük sorumluluk yüklenmektedir.

Yöneticilerin işi oldukça zorlaştı. Teknolojinin hızı, dünya ile eşit zamanda, ancak, farklı koşullarda rekabetimizi zorunlu kılıyor. Artık global düşünüp yerel davranmak bazen de global davranmak zorunluluğu var. Ama iletişim, kuruluşların her kademesindeki yöneticiler için çok önemli bir konu. Bugün dünya örnekleri gösteriyor ki, üst düzey yöneticiler neredeyse zamanının %30 gibi bir bölümünü “iletişim” ile ilgili konulara ayırıyorlar.


Yöneticiler, ancak bilgi sahibi oldukları konuların yönetiminde büyük başarılar sağlayabiliyorlar. Bir konunun kademelere yayılmasını ve bünyede kabul edilmesini ve içselleşmesini koordine etmeleri gerekiyor. Ve de öncelikle ikna edilmeleri gerekiyor. Bizim de öncelikli işimiz yöneticileri iletişim konularına kaynak ve zaman ayırmaları için ikna ile başlıyor.

Günümüz yönetim anlayışı, iletişim konularını rekabet ve başarı avantajı için zorunlu ve gerekli kılıyor. Yöneticilerimizin de bu konuya her geçen gün artan inançları biz iletişimcileri gerçekten yüreklendiriyor. Dileğimiz, bütün yöneticilerin halkla ilişkiler / iletişim konularına da tıpkı diğer yönetim faaliyetleri gibi, yapılanmada yer vermeleri, organizasyon şemalarında yer vermeleri, kaynak yaratmaları ve öncü rolü üstlenerek alt kademelerin de bu konuları benimsemeleri ve uygulanmasını sağlamalarıdır.

Geleceğin yöneticilerinin de bu paralelde düşüneceklerini, düşündüklerini, başarı için yönetimin iletişim dalını da zorunlu göreceklerine, bu mesleğe gönül veren biri olarak yürekten inanıyorum.

Halkla İlişkiler nedir?
Halkla İlişkiler bir yönetim bilimidir. Kuruluşların, halkla ilişkiler disiplini dahilinde kamuoyuna açılmasını sağlar. Bu nedenle de kuruluşlar ve yöneticiler için çok büyük önem taşır. Kuruluşu bütün olarak görüp, iletişim disiplinleri dahilinde kurum içine ve dışına yönelik faaliyetlerin belirlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olur.

Açıklama: Kasım 2005 Sayılı Mercek Dergisi'nden...

“Kuruluşların da yöneticinin de yükselme yolu iletişimden geçer”

“ Halkla ilişkiler bir yönetim bilimidir “

“Geleceğin yöneticileri, İletişimi iyi yönetebilen, farklılık ve beceri üstünlüğü katabilen kişiler olacak”

“Yöneticilerin, halkla ilişkiler çalışmasını yalnızca medyada yer almak olarak algılamaması gerekir”

“Kuruluşlar, uzun sürede itibar kazanır. Bu nedenle yöneticilerin kuruluş itibarının ve saygınlığının korunması ve artırılmasını önemsemesi gerekir “


Halkla ilişkiler, günümüzün en gözde mesleklerinden biri.Yüksek eğitim tercihini yapan gençlerin de, işlerini biraz yoluna koyup da büyümek isteyen kuruluşların da hedefi durumunda.
Bu sektörde çalışan şirketlerin sayısı da hızla yükseliyor. Mesleğin albenisiyle sektöre sürüklenenler kısa sürede pes ediyor, ama mesleğinin erbabı olanlar ciddi cirolu şirketler haline dönüşüyor. Halkla ilişkiler çalışmalarının desteğine ihtiyaç duyan kişi ve kuruluşların sayısında da gözle görülür bir artış var. Çok değil, 30 yıl öncesine kadar bir kuruluşta halkla ilişkiler biriminin bulunmasına fantezi gözüyle bakılırken, şimdi iletişim danışmanı olmayan şirkete, “genel müdürsüz çalışıyor” muamelesi yapılıyor. Kısaca halkla ilişkiler, artık ekonominin olmazsa olmaz sektörlerinden biri.
Halkla ilişkiler danışmanıyla çalışan şirketler, bunun işlerine olumlu yansımalarını yaşamakta da gecikmiyor. Hepimiz onları daha “işinin ehli” olarak algılamaya başlayoruz farkında olmadan. Bu da halkla ilişkilerin sihri olsa gerek.
Biz de bu sayımızda, halkla ilişkiler denildiğinde akla gelen ilk isimlerden birini konuk ettik sayfalarımıza. Halkla İlişkiler Derneği’nin Başkanı Fügen Toksü’den, mesleğinin inceliklerini öğrenmeye çalıştık. Biz zevkle konuştuk, sizin de aynı duygularla okuyacağınızı düşünüyoruz.


Halkla İlişkiler günümüzün gözde mesleklerinden biri. Nedir halkla ilişkiler?
Birkaç cümleyle özetlemek gerekirse; halkla İlişkiler bir yönetim bilimidir. Kuruluşların, halkla ilişkiler disiplinleri dahilinde kamuoyuna açılmasını sağlar. Bu nedenle de kuruluşlar ve yöneticiler için çok büyük önem taşır. Kuruluşu bütün olarak görüp, iletişim disiplinleri dahilinde kurum içine ve kurum dışına yönelik faaliyetlerin belirlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olur.

Başkanı olduğunuz Halkla İlişkiler Derneği’nin faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz?
“İletişim Kimin İşi?” başlığını taşıyan HİD Forumu’nu ve Altın Pusula Halkla İlişkiler ödüllerinin de üçüncüsünü gerçekleştiriyoruz. İletişim Eğitimleri projemizi bu dönemde hayata geçirmek istiyoruz. Yine bu dönemde, sağlıklı büyüme politikası ile HİD’e üye olmayan meslektaşlarımızın üyeliğini gerçekleştireceğiz.. Üyelerimizle iletişimimizi etkinleştirecek faaliyetlerimiz olacak. Önceki dönem başkanlarımız ve üyelerimizle sürekli bağlantı halinde olup, sektörün sorunlarını birlikte tartışıyoruz.
www.hid.org.tr adresindeki web sitemizi yenileyerek daha güncel ve etkin hale dönüştürdük. Ayrıca, sektörün kalbinin attığı yaklaşık bin kişilik Hid-PR elektronik iletişim platformunu yönetiyoruz. Bu platform, farklı yaş grupları arasındaki iletişimcilerin konuları etkin olarak tartıştıkları, fikir ve bilgi alışverişi yaptıkları bir elektronik ortam.

HİD’in projeleri neler?
Türkiye Tanıtım Konseyi bünyesinde Türkiye markasının oluşturulmasına destek veriyoruz. Yine bu dönemde eğitim projemizi hayata geçireceğiz.
Meslek etiği üzerinde yeni bir çalışmamız olacak. Bütün sektör örgütlerinde olduğu gibi bizim de görevimiz, sektörümüz, çalışanlarımız, hizmet verdiğimiz kuruluşlar bütününde toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmek için meslek standartlarımıza sahip çıkmak ve uygulanabilirliğini yaygınlaştırmak.
Ancak bireylerin, toplumun genelindeki deformasyon, bütün meslekleri ve çalışma hayatını da deformasyona uğratıyor. Mesleğimizin, iletişim sektörünün ve ülkemizin geleceği için hem kişisel hem de mesleki değerlerimize mutlaka sahip çıkmalı ve sonraki nesillere aktarılması ve uygulanabilirliğini takip edebilmeliyiz. Tabii her mesleğin uyulması gereken ilkeleri var ve bunları da uygulayacak olanlar o mesleğin sahipleri. Kişisel iş yapış kalitelerinin gelişmesi ve meslek ilkelerinin uygulanması, verilen hizmetin kalitesini artıracağı gibi her mesleği de bulunduğu konumdan daha yukarıya taşıyacaktır. Bu ise iletişim camiasında hizmet veren hepimizin görevi ve mesleğe karşı sorumluluğudur.


İletişim kimin işi?
Aslında bize göre, iletişim hepimizin işi. Kuruluşların en alt kademesinde görev alanlardan en üst kademesinde görev yapan CEO’ya kadar çok geniş bir yelpaze içinde cinsiyet, eğitim, statü farkı aranmadan iletişim her çalışanın, hepimizin görevi. Önemli olan iletişim disiplinlerinin bütün kademelere yayılması, uygulanması ve bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi. Bu konuda da üst düzey yöneticilerle iletişim yöneticilerine çok önemli görevler düşüyor. Geleceğin yöneticileri; iletişimi iyi yönetebilen, farklılık ve beceri üstünlüğü katabilen kişiler olacak.


Türkiye'de halkla ilişkiler mesleğinin en önemli sorunları neler?
Halkla ilişkiler mesleğinin gerçek boyutları ile algılanmasında zorluk yaşanıyor. İşletme yönetimlerinin büyük değişim ve gelişim gösterdiği günümüzde, halkla ilişkiler/iletişim biriminin yönetim içindeki tanımlarında ve konumlandırmalarında yaşanan sıkıntılar var. Unvanlar, yapılan çalışmalar ve mesleki nitelikler birbirini tamamlamayabiliyor.
Aslında halkla ilişkiler bir yönetim bilimi. Yöneticilerin olmazsa olmaz danışmanlarından biri konumunda olması gerekir. Kuruluşların başarılarında halkla ilişkiler faaliyetlerinin önemi yadsınamaz.Yöneticilerin, kuruluşlarının halkla ilişkilere olan ihtiyaçlarını belirleyebilmeleri, önemine ve yararına inanmaları gerekir.
Yöneticilerin hem kendileri hem de kuruluşları adına iletişim disiplinleri konusunda bilgi sahibi olmaları gerekir ki, ihtiyaçları belirleyebilsinler ve kendilerine sunulan hizmetin kurum içi ve kurum dışı uygulamalarını gerçekleştirebilsinler. Halkla ilişkiler danışmanlarının, kuruluşun geleceğe dönük politikalarında aktif olarak rol alması, kuruluşlar açısından çok büyük yarar sağlıyor.
Halkla ilişkiler çalışmalarının önemine inanan ve sürekli olması gerektiğini bilen yöneticilerin ve kuruluşların başarıları kamuoyuna yansıyor. Ancak, bu düşünce yapısını benimseyen yönetici sayısının biraz daha artması gerekiyor. Yöneticilerin, halkla ilişkiler çalışmasını sadece medyada yer almak olarak algılaması da son derece yanıltıcı., çünkü medyada yer almak çalışmanın yalnızca bir bölümüdür ve bütünün iyi yönetilmesi gerekir.

Halkla ilişkiler yöneticilerinin sahip olması gereken nitelikler neler?
Halkla ilişkiler yöneticileri, bugün üst yönetimle birlikte, kuruluşların iletişim stratejisini belirleyen kişi konumundalar. Bundan sonraki aşama ise bu strateji çerçevesinde yapılacak çalışmaları belirlemek ve uygulamak. Bu nedenle de mesleki nitelik ve bilgilerin yanında; dünyayı izlemesi, Türkiye’nin gündemini takip edebilmesi, kuruluşların yapısı ve işleyişi, yönetici profili konusunda bilgi sahibi olması gerekiyor.

Dünyadaki trendlerin değişmesi, teknolojinin dünyadaki gelişmeleri hızlı takip edebilme imkanı sağlaması, dünya ile rekabet edebilme ve dünya ölçülerinde şirketlere ulaşma, yöneticilerin ve kuruluşların vizyonunu ve yapısını değiştiriyor. Dolayısıyla iletişim stratejileri ve uygulama alanları da farklılık kazanıyor. Dinamik, yenilikçi, teknolojiyi takip edebilen ve uyum gösterebilen, sürekli gelişime açık kişiler olmalılar ki, işletmelerin değişen yapılarına ve dünyadaki gelişime uyum gösterebilsinler.

Açıklama: 23.03.2004 tarihli Röpartaj Dünyası adlı dergiden...

Sektörün Penceresinden Halkla İlişkiler

Prof.Dr.Filiz Balta Peltekoğlu'nun "Sektörün Penceresinden Halkla İlişkiler" kitabından...

1. Yaşamınızdaki kilometre taşlarından söz edermisiniz?
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne girişim ile birlikte, iletişim sevdası da içime düştü galiba. Okuldan sonra bir yıl çalıştım, ama sanırım yetersiz olacağını anladım, işletme mastırı yapmak istedim. Bir yıl süreyle İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nde eğitim aldım. Harvard Üniversitesi ile işbirliği halinde vak’a modeli ile yürütülen bir işletme eğitimi aldık. Oldukça yoğun bir programdı. Ama ben akıllıca bir seçim yaptığımı bugün çok daha iyi anlıyorum. Çünkü bir iletişimciye farklı bir yön, değişik bir bakış açısı veriyor ve olayları çözebilme ve koordinasyon yönlerini fazlasıyla geliştiriyor. Sonrasında ise çalışma hayatıyla birlikte şekillenen mesleğinize sahip olabiliyorsunuz.

2. Hem halkla ilişkiler, hem sektör hem de TÜHİD’le ilişkin nasıl başladı? Bu süreçte aldığın eğitimin etkisinden söz edebilir miyiz?
İletişim fakültesini bitirdikten sonra, doğal olarak mesleğinizi yapmak istiyorsunuz ve öyle bir arayış içinde oluyorsunuz. Böyle bir dönemde işveren örgütünde basın, yayın ve halkla ilişkiler bölümünde çalışmaya başladım. Böylece mesleği tanımayı, öğrenmeyi, yönetici olmayı bütün aşamalarıyla gördüm. Bu süreç içinde de 15 yıl önce Ergüder Tırnova’nın başkanlığı döneminde HİD’e üye oldum. Sonrasında Prof.Dr.Alaeddin Asna başkanlığındaki yönetim kurulunda görev aldım. Meral Saçkan’ın başkanlığında yine yönetim kurulunda bulundum, sonrasında ise bayrağı ben devr aldım.
İletişim eğitimi alanlar ve bu mesleği yapanlar, mesleklerinin adeta bir gereği olarak, TÜHİD çatısı altında toplanmalıdır.

3. Uzun yıllardır düşünülen HİD’den TÜHİD’e giden yolculuk sizin döneminizde gerçekleşti bu süreci anlatabilir misiniz?
TÜHİD bugün 35. yılını kutladı. Türkiye adını almak, hemen hemen bütün yönetimlerin hayaliydi ve çalışma programındaydı. Biz bu konuyu biraz daha önemsedik, çünkü artık Türkiye unvanını almadan yeni vizyonları gerçekleştiremeyeceğimizi, atılım yapamayacağımızı gördük. Bu nedenle de ciddiyetle ele aldık, prosedürlerini yerine getirdik, lobi çalışmalarında bulunduk ve sonuç olarak Türkiye adını aldık. Böylece geçmiş dönem başkanlarımızın da hayali olan bir çalışmayı gerçekleştirmiş olduk.

4. TÜHİD’in hedefleri nelerdir?
TÜHİD’in en önemli hedefi, TÜHİD Merkezini oluşturmak, mesleki yeterlilik belgesi ve akreditasyon olacaktır. İletişim artık bir yönetim bilimi olarak kabul ediliyor. Böyle olunca, mesleği yapanların da kendilerini geliştirmeleri ve meslek örgütünün meslek belgesini taşımaları gerekecektir. Önümüzde çok hedef var, ancak bunları belirli bir strateji çerçevesinde yıllara yayarak yapmamız gerektiğini biliyoruz. Biz üç yıldır önceliği alt yapı çalışmalarına ve kurumsallaşmaya verdik, bunları da çok kısa zaman içinde sonlandıracağız.

5. TÜHİD’in diğer meslek örgütleriyle ilişkileri hakkında bize neler anlatabilirsiniz?
TÜHİD’in iletişim sektöründeki bütün meslek örgütleriyle sıcak ilişkileri ve işbirliği var. İDA-İletişim Danışmanları Derneği birlikte projelerde çalıştığımız, güçbirliği yaptığımız bir dernek.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Ekonomi Gazetecileri Derneği, Bilişim Muhabirleri Derneği, Reklamcılar Derneği, Doğrudan Pazarlamacılar Derneği, TOBB, TİM birlikte çalıştığımız diğer meslek örgütleri.
Diğer yandan uluslar arası anlamda, IPRA-Uluslar arası Halkla İlişkiler Derneği, CERP Batı Avrupa Halkla İlişkiler Konfederasyonu, Global Alliance Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetimi örgütleri de yine üyeliklerimiz nedeniyle birlikte çalıştığımız örgütler.

6. Bugün kaç TÜHİD’in kaç üyesinden söz edebiliyoruz? Üyelerin kaç tanesi akademik dünyayı temsil ediyor, kaç tanesi sektörde?
TÜHİD’in 2007 yılı Kasım ayı itibariyle 263 üyesi bulunuyor. Bu gruptan 13 üyemiz Akademik yaşamdan, 250 üyemiz sektörde çalışan, yönetici veya ajans sahibi konumlarında bulunuyor.
7. Son yıllarda üye sayısının artmasından söz edebilir miyiz? Yıllara göre artış oranları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
2004 yılında 245 olan üye sayımız bugün 263’e ulaştı. Sektörümüzde çok fazla uzman olmaması, bizim üyelik sayımızı da etkiliyor. Bir de sivil toplum bilinci ve gönüllülük bilinci, sektör örgütünde bir arada olma isteği de yine TÜHİD bünyesinde meslektaşların güç birliğini engelliyor.

8. Bu artış sektörü temsil edenlerin sayısı ve öğrenci sayısıyla ilişkili ve doğru orantılıdır diyebilir miyiz?
Sektörde görev yapanların sayısı her geçen gün artıyor. Ancak, üye sayımız aynı paralelde artış göstermiyor. Aslında üyelik için çok daha fazla başvuru almış olmamız gerekirdi, ancak öyle değil. Diğer yandan gençlerin TÜHİD üyeliği daha zor olduğu için, onlar için Genç TÜHİD’i yaratarak orada buluşmayı planlıyoruz.


9. Başkanlığınız döneminde TÜHİD’in attığı adımları sıralamanızı istesek aklınıza ilk gelenler neler olurdu?
Öncelikle TÜHİD’in “Türkiye” unvanını alışı diyebiliriz. Uzun süreli bir çalışmanın eseriydi. Kurucumuz Alaeddin Asna “25 yıllık hayalimi gerçekleştirdin” demişti. Derneğimiz için önemli bir gelişmeydi. Sonrasında “kamu yararına dernek” statüsüne geçmek için bütün çalışmaları ve prosedürleri tamamladık, kitap yayınlandığında bizim de statümüz değişmiş olabilir. Altın Pusula yarışmamızın sürekliliğini sağladık, yedincisini bu yıl yapıyoruz. Bütün iletişim fakülteleri ile işbirliği sağlamaya çalıştık.
Etik kodlarımızı belirledik. TÜHİD Etik İlkelerini, bütün uluslar arası kodları inceleyerek ve ülkemiz iş hayatını düşünerek yeniledik. TÜHİD Etik Kurulu’nu oluşturduk ve çalışma ilkelerini belirledik. TÜHİD İletişim Eğitimlerini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ile birlikte gerçekleştirdik. Online iletişim, web iletişimi bizim öncelikli iletişim araçlarımız oldu. TOBB bünyesinde İletişim Meclisi’nin kurulmasını sağladık ve aktif olarak görev aldık. Uluslar arası ilişkilerimizi artırdık. CERP-Batı Avrupa Halkla İlişkiler Konfederasyonu’nun yönetim kurulunda görev aldık ve uluslar arası anlamda çalışmaya ve sektörümüzü ve ülkemizi temsil etmeye devam ediyoruz. Global Alliance yine etik konusunda çalışan sektör örgütümüz, yine orada da aktif olarak yer alıyoruz .

10. Etik ve Meslek Ahlak İlkeleri üzerinde yıllardır çalışılan konular. Son yıllarda yoğun çalışmalar olduğunu biliyoruz. Bize anlatır mısın neler yapılıyor?

TÜHİD meslek ahlakı konusunda çok hassas. İlkelerimizin en son Alaeddin Asna hocamızın ikinci başkanlığı sırasında yenilendiğini hatırlıyorum, o yönetimde ben de yer alıyordum. Ancak, kavramlar ve etkileri zaman içinde değişebiliyor, yenilenmesi gerekiyor. Bu nedenle de Etik ilkelerimizi yeniledik. Sektörümüzle ilgili dünyadaki bütün örgütlerin etik ilkelerini ve çalışma yöntemlerini inceledik. TEDMER ile bağlantı kurduk. TÜHİD için yeni ilkeleri belirledik, üyelerimizle paylaştık. Etik Kurulumuzu oluşturduk, çalışma disiplinini belirledik. Ve bu çalışmaları da internet sitelerimizde Türkçe ve İngilizce olarak yayınladık.

11. TTK “Türkiye Markasıyla ilgili çalışmalar ne kadar mesafe alabildi?
Türk Tanıtım Konseyi, TÜHİD’in de yer aldığı 13 sivil toplum kuruluşunun ortak çalışmasıydı. İki buçuk yıl süren bir süreç içinde Türkiye’nin tanıtımı konusunda çalışıldı ve hazırlanan rapor, Sayın Başbakan’a arz edildi. Sanıyorum, gereken yapılanma için kendilerinden talimat bekleniliyor.


12. Sevgili Meral Saçkan döneminde yönetim Kurulunda birlikteydik ve Meral Saçkan’ın başkanlığı döneminde başladığını hatırladığım “Altın Pusula” tüm hızıyla farklı kategorilerde devam ediyor. Bu konuda neler söylemek istersin? Genç katılımcılar, sektöre katkısı v.b.?
Altın Pusula hep birlikte yer aldığımız, Meral Saçkan arkadaşımızın başkanlığı döneminde başladı, birinci ve ikincisini Meral Başkan ile gerçekleştirmiştik. Bugün yedincisini yapıyoruz. Artık kabul edilebilir bir yere geldi, sürdürülebilirliğini sağladık ve iletişim projelerinin katıldığı tek yarışma. Objektifliği, jüri üyeleri ve online değerlendirmesi ile kendini ispat etmiş bulunuyor.

13. Gençlik kollarını kurulmasıyla ilgili çabaları biliyoruz. Bu konuda ne kadar yol alındı. Gençlerin üyelikleri ne zaman başlatılıyor?
Genç TÜHİD, 25 yaş altı iletişimciler, öğrenciler için hazırlanan bir projemiz. Üniversitelerin ve hocalarımızın desteği ve katkısı ile gerçekleştireceğiz. Gençler proje olarak içinde bizzat çalışacak, bunun staj olarak kabul edilmesini, derslerinde proje olarak işlemelerini önereceğiz.
2008 yılında gerçekleştireceğimizi planlıyoruz.

14. Genellikle eğitim ve insan kaynaklarıyla ilgili olarak akademik dünyadan beklentiler oluyor. Peki bu bağlamda TÜHİD ve eğitim kurumları arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi için TÜHİD’in bize müjdesi var mı? Örneğin staj koordinatörlüğü gibi…
TÜHİD genç iletişimciler için “Genç TÜHİD”i yaratmayı planlıyor. Bu plan çerçevesinde de bir insan kaynakları ve staj bölümleri de oluşacak. Ancak, bu yapılanmayı sağlamak da çok kolay değil bildiğiniz gibi. Yine de bugün elektronik iletişim platformlarımız ile gençlere ve öğrencilere bu konularda yardımcı olmaya çalışıyoruz.


15. Göreve gelirken koyduğunuz hedeflerin ne kadarına ulaşabildiniz? Yeni hedefleriniz neler ?
Her seçim dönemi sonrasındaki yönetim hedeflerimize ulaşmakla birlikte fazlasını gerçekleştirdik. TÜHİD alt yapısını tamamlamış ve kendini ispat etmiş durumda.
Yeni hedeflerimiz her zaman var, çok daha geniş hayaller içindeyiz ve biz süreç içinde hepsini gerçekleştirmek için çalışacağız. Önceliğimiz, TÜHİD merkezinin hazırlığı ve mesleki yeterlilik belgesi ve akreditasyonun sağlanması olacak.

16. Yine 25 yıl sonra TÜHİD’i nerede hayal ediyorsunuz?
TÜHİD bugün 35 yaşında. Ben 25 değil, 15 yıl sonrasını hayal edebiliyorum. TÜHİD bu hızla giderse çok etkin bir örgüt haline gelecektir. Gereken yapılanma tamamlandığında TÜHİD profesyonelce çalışmaya başladığında, hızla gelişen iletişim sektörünün güçlü bir örgütü olacaktır.

ZAMAN AYIRDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER….
Ben çok teşekkür ediyorum.

Prof. Dr. Filiz Balta Peltekoğlu
M.Ü. İletişim Fakültesi/ Halkla İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı

“Bir yüzümüz üniversitelere, bir yüzümüz iş dünyasına, bir yüzümüz medyaya dönük…”

medyaloji.com röportajından..

Meral Gemici: Bize biraz kendinizden ve kariyerinizden bahsedebilir misiniz lütfen?
Fügen Toksü: 6 yıldır TÜHİD’in Başkanlığını yapıyorum. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum sonra İ.Ü İşletme Fakültesi’nde işletme masterı yaptım. Farklı sektördeki deneyimlerden sonra, kendimi halkla ilişkiler alanında çalışırken buldum. Yaptığım işi seviyordum, ancak, mesleğimi yapmak istiyordum. MESS İşveren Sendikası’nın basın yayın halkla ilişkiler bölümünde uzman olarak başladım, bölüm müdürlüğünü yürüttüm. Sonra oradan ayrıldım ve kendi işyerimi açtım.
TÜHİD’e uzun zamandır üyeyim. Hemen hemen 15 yıldır yönetim kurulunda çeşitli görevler aldım. Sonrasında da işte başkanlığa geldim. 6 yıldır da başkanlığını yürütüyorum. Bu arada Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin üyesiyim. Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin üyesiyim, İMD’nin Başkan Yardımcılığı görevindeyim, Halef Remzi Vayis ile birlikte. TOBB’da Medya ve İletişim Meclisi Başkan Yardımcısıyım. Bu tarz görevlerimiz var ve kendi içimizde devam ediyoruz. Aynı zamanda elektronik yayıncılık yapıyorum, o nedenle zaten İMD’nin içerisindeyim. Formula 1 ve otomobil üzerine iki portalımız var. İletişim dünyasının içinde hizmet veriyoruz.

“Bir yüzümüz üniversitelere, bir yüzümüz iş dünyasına, bir yüzümüz medyaya dönük…”

Meral Gemici: TÜHİD’in faaliyet alanı ve çalışmalarıyla ilgili biraz bilgi verir misiniz? Kurumun ajanslarla ve firmalarla bir işbirliği var mı? Varsa bu kapsamda ne gibi çalışmalar yürütülüyor?
Fügen Toksü: TÜHİD, 1972 yılında kurulan bir meslek örgütü. Bizim mesleğimizin geçmişi çok eskilere dayanmıyor. 1960’lar dersek, gerçek anlamda yapıldığını söyleyebilirsek, işte 40 yıla yakın bir süredir bir sektör örgütümüz var, bu çok güzel ve önemli bir şey.

Biz aslında Halkla ilişkiler mesleğini yapan bireylerin üye oldukları bir örgütüz. 200’e yakın üyemiz var, bu her geçen gün büyüyen bir yapı içerisinde. Çünkü iletişim artık eskisi gibi değil. Bugün çok daha fazla önemli hale geldi ve herkesin ihtiyacı olan bir konu. O nedenle de çok fazla talep var. İletişim Fakültelerindeki arkadaşların çok iyi yetişmeleri ve kendilerini de yetiştirmeleri gerekiyor.

Bizim bir yüzümüz üniversitelere, genç iletişimcilere bakıyor, bir başka yüzümüz iş dünyasına bakıyor, bir yüzümüz üyelerimize dönük, sektör örgütleriyle işte Gazeteciler Cemiyeti, işte İş dünyası Örgütleriyle iç içe, bir arada bir şeyleri ortak yapmaya çalışıyoruz. Sektör örgütleriyle iş birliği halindeyiz.

Altın Pusula Halkla İlişkiler ödüllerini koordine ediyoruz. Hem genç iletişimcilere hem de iş dünyasına yönelik eğitimlerimiz var, iletişim eğitimleri. Araştırmamız var, iletişim hizmetleri algılama araştırması, her iki yılda bir yapıyoruz bunu. Yayınlarımız olabiliyor, kitap, broşür vs. o tür yayınlarımız var. Sektörel uluslar arası üyeliklerimiz var. Avrupa Halkla İlişkiler Konfederasyonu (CERP) ve Akdeniz Ülkeleri Halkla İlişkiler Örgütü’nün içindeyiz. Dünya çapında, Global Alliance adıyla hizmet veren dünya iletişim örgütlerinin bir arada bulunduğu, etik anlamda önem taşıyan bir örgütün içerisindeyiz.

Bu örgütlerde Türkiye’yi temsil ediyoruz ve de çok başarıyla temsil ediyoruz. Çok çalışıyoruz çünkü. Ortak yapılan çalışmaların her birinde ciddi anlamda emek sarf ediyoruz, araştırmalara katılıyoruz, raporlara görüşlerimizi bildiriyoruz, onların içindeyiz ama öyle herhangi bir üyelik değil ciddi çalışıyoruz.

Meral Gemici: Üyeliğinizin bireylere yönelik olduğundan bahsettiniz. Peki, firmalar ve ajanslar bunun neresinde kalıyor?
Fügen Toksü: Tüzük itibariyle üyeliğimiz bireylere dönük. Yani şirketler değil, halkla ilişkiler mesleğini icra eden kişiler üye, benim gibi, sizin gibi. Ama mesela ben ajans sahibiyim ve ben üyeyim zaten. Ama ajansların biraz daha farklı bir yapısı olduğu için onların ayrıca bağlı olduğu bir başka örgüt var. O da İDA.

“Biz haberi oluşturmakla görevli kişileriz, markalar da haber olacak konuyu üretmekle sorumlu”

Meral Gemici: Son dönemde ajanslarla markalar arasında yaşanan ‘basında haber olma ve haber olmak için reklam verme şartı’ gibi anlaşmaların olduğu, ajansların ısrarcı, medyanın ise zorda kalan taraf olduğu gibi bir görüş sıkça gündeme gelmeye başladı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Fügen Toksü: Yani ben bunları gereksiz tartışmalar olarak görüyorum. Bir konunun haber değeri varsa, medyaya iletilir. Ve haber değeri varsa gazeteci de ona sayfalarında yer verir, kullanır.

Biz haberi oluşturmakla görevli kişileriz, markalar da haber olacak konuyu üretmekle sorumlu. Eğer markanın haber olacak bir konusu yoksa, biz ona hayali bir konuda haber üretip de bu medyada çıksın diye bir senaryo yazamayız. Önce marka, kendi işiyle ilgili bir çalışmayı gerçekleştirecek iletişim anlamında ki, bizler için bir haber oluşsun.

Biz o haberi hazırladıktan ve medyaya gönderdikten sonra hem markanın sorumluluğu bitiyor, hem bizim sorumluluğumuz bitiyor. Çünkü üçüncü bir meslek dalının çalışma alanı başlıyor. Hiç kimse bir başkasına, şunu yap veya bunu yap deme hakkına sahip değil, bildiğiniz gibi. Biz de size, şunu kullanın ya da kullanmayın diyemeyiz. Ha, nasıl dersiniz, ancak ticari bir ilişki içerisinde olduğunuz zaman dersiniz.

Ama gazetelerin haber departmanlarının reklam departmanı ile bağlantısı olmaz, olmaması da lazım zaten. Aksi takdirde, haberde bir ticari ilişki olur, o zaman da haberin şekli ve yöntemi değişir. Bunun doğru olan yanı, konunun haber olacak şekilde medyaya iletilmesi ve medyanın da konuyla ilgili bilgiyi, “bu bir haberdir” diye, tırnak içine alıp kullanıyor olması. Doğru şekli budur, ama böyle bir konunun çerçevesinde, bunu yanlış uygulayan olabilir, doğru uygulayan olabilir, eksik uygulayan olabilir, bunların her biri her meslek dalında karşılaşılan konular.

Ama bizim mesleğimizin etik ilkeleri var ve hepimiz de o çerçevede hareket etmek zorundayız, eğer bu mesleği yapıyorsak. Gazetecilerin de var, iletişimcilerin de var, markaların da kendi alanlarında etik kuralları var. Bunu tamamen, her şeyi göz ardı edip de, bu haber bu gazetede çıksın, şu kadar santim çıksın, hani ben reklam veriyorum, niye benim haberim çıkmıyor falan… Bunları da ancak markaların basit düşünce yanları olarak değerlendirebiliriz. Ve ben ciddi markaların da böyle bir yaklaşım içerisinde olacaklarına inanmıyorum.

Meral Gemici: Türkiye’deki halkla ilişkiler sektörünü, dünyada yürütülen çalışmalar çerçevesinde, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fügen Toksü: Çok başarılı çalışmalar var, Altın Pusula yarışmasına katılan projelerden de görebiliyoruz. İnanılmaz başarılı çalışmalar var. Yurtdışından ödül alan projeler çok fazlalaşmaya başladı son yıllarda. Değişik alanlarda, değişik yarışmalarda birden fazla proje ödül alır halde. Ve yurtdışı örneklerine de baktığınızda, orada da ödüllü olan projelerin, bizim projelerimizden hiçbir farkı olmadığını görüyoruz. Çok şahane yapılan ekip çalışmasının ürünü, yöneticilerin katkısı olan, kaynak yarattıkları projeler var, bu da gayet güzel. Büyüyen bir sektörüz zaten. Dünya ile aynı standartlarda üretim yapılma çabası içerisindeyiz.

Türkiye’de çok iyi üretim yapan, çok iyi bir vizyonla bu işi yapan kuruluşlar var. Önemli olan buna, yöneticilerin inancı. Yöneticiler iletişimin sırrına inandıkları zaman ve bunu keşfettikleri zaman, kendileri için uyguladıkları zaman, başarıyı görüyorlar ve daha fazla çaba gösterip kaynak yaratıyorlar.

Meral Gemici: Sizce, halkla ilişkiler sektörünün en büyük sıkıntıları neler?
Fügen Toksü: Sektörümüzün sıkıntıları tabi ki var. Bir kere bütçeler çok sıkıntılı. Kuruluşların iletişim için ayırdıkları bütçeler çok dar bütçeler. Reklam sektörü gibi değil, çok dar bütçeler. Bu dar bütçelerin içerisinde de istenilen talepler aşırı fazlalaşıyor. Çünkü biz emek-yoğun çalışıyoruz. O emek yoğun olmak demek, yetişmiş insan gücünü gerektiriyor. O yetişmiş insan gücünü de istihdam edebilmek için bir temel alt yapıya gerek var. Ama bu bütçelerle de bunların sağlanması gittikçe zorlaşıyor. Çünkü ilk kriz anında kısılan bütçeler bizim bütçeler oluyor. Bu bütçelerle birlikte de artık bunların yaşama savaşları ortaya çıkıyor. O nedenle de aslında kriz dönemlerinde bile hiç kesintisiz, iletişim faaliyetlerinin yürütülüyor olması lazım.

Bunun dışında, yetişmiş iş gücü sıkıntımız var. Çünkü bizim işimizin şöyle bir yanı var, tecrübeye çok dayanıyor. Yıllar boyunca öğrenilen bir çalışma, birden bire olan bir çalışma değil. Bilgiye çok dayanıyor. Çok faklı kuruluşlara, farklı alanlarda hizmet veriyorsunuz. Bu tabi sizin çok daha bilgili olmanızı zorunlu hale getiriyor. Ayrıca iş itibariyle yöneticilerle doğrudan çalışıyorsunuz. O doğrudan çalışmak demek, yöneticiyle aynı paralelde düşünebiliyor olmak demek. Öyle de olduğu zaman sizin kendinizi sürekli geliştirmeniz gerekiyor. Zaten bizim mesleğimiz, sürekli gelişimi sağlayan bir meslek. Çağı yakalama telaşında olan bir meslek. Durağan bir meslek asla değil. Ama bütün bunlarla birlikte de siz bir tecrübeyle yetişmeye çalışıyorsunuz. Böyle olunca tabi ki bilgi ve tecrübenin ve de uzmanlığın bir arada bulunduğu danışmanlıklar çok daha başarılı oluyor. Bazen bu konularda sıkıntılar olabiliyor.

Sonra, iş alanları çok değişik. Artık uzmanlıklar oluşmaya başladı. İş hayatının, markaların farklı talepleri oluşmaya başladı. Ama şöyle bir sevindirici yan varki, büyüyen bir sektörüz ve genç iletişimcilerin de kendilerini geliştirdikleri sürece zevkle yapabilecekleri bir meslek dalı.

Meral Gemici: Peki, sektörde yaşanan değişimler, yeni trendler neler?
Fügen Toksü: Daha çok yapılan araştırmamızdaki bulgulardan söz edeyim size. TÜHİD - İDA iletişim hizmetleri algılama araştırmasına göre Kurumsal İtibar, Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Kriz iletişimi, sosyal medya gibi konular ve medya ilişkileri öncelikli olarak bugün ve gelecekte tercih edilen konulardan bazıları.

Meral Gemici: Peki, bu araştırmanın dışında, yaşanan değişimlere yönelik bir çalışmanız var mı TÜHİD olarak?
Fügen Toksü: Bir kere Kurumsal Sosyal Sorumluluk anlamında çok çalışmamız var. Sosyal medyayı biz fazlasıyla önemsiyoruz. O sosyal medya çerçevesinde de TÜHİD kendi çalışmalarını da zaten sosyal medya aracılığıyla kitlelere, gençlere duyuruyor özellikle ve iş dünyasına. Hem Facebook hem Twitter gibi alanlarda bloglarda ve web sitelerinde, hem de diğer community grupları içinde kitlelerle iletişimini kuruyor ve faaliyetlerini duyuruyor, onlardan gelen bilgiyi besliyor. Böyle baktığınızda 5.000 kişilik bir iletişim grubumuz var.

“Sosyal medya mı sizi yönetiyor, siz mi sosyal medyayı yönetiyorsunuz?”

Meral Gemici: Günümüzün en popüler iletişim mecralarından biri sosyal iletişim ağları. PR’cılar iletişim çalışmaları için sosyal ağları ne kadar ve nasıl kullanıyor?
Fügen Toksü: Valla aslında hemen hemen 7-8 yıldır hatta 10 yıldır ben online iletişimin içerisindeyim ve firmaların son iki yıldır büyük bir atılımla bu konulara eğildiklerini görüyorum artık. İlk zamanlar bunları anlatmak oldukça zordu. Çünkü iletişimciler bu alanları bilmiyordu. Bilmedikleri için de tabi ki kullanım olarak belirlenmiyordu bu alanlar. Ama şimdi artık hem bireysel olarak, kendi kişisel kanalları hem de iş dünyası olarak daha fazla kullanılmaya başlandı. Kullanılınca ve faydası görülünce de devam ediyor online üzerindeki iletişim.

Burada önemli olan nokta şu; “Sosyal medya mı sizi yönetiyor, siz mi sosyal medyayı yönetiyorsunuz?”, esas problem burada. Sosyal medyayı yönetmek başlı başına bir iş. Zaman ayırmak başlı başına bir iş. Aksi takdirde, sosyal medyadaki almaya çalıştığınız faydanın zararını da alabilirsiniz.

Meral Gemici: Dünyada bazı örnek uygulamalar var bu konuda. Mesela firmaların sosyal medya temsilcileri oluyor. Bu uygulamayı nasıl görüyorsunuz? Sizce yaygınlaşacak mı Türkiye’de de?
Fügen Toksü: Tabii ki, kesinlikle. Çünkü kuruluşlar, kendileri zaten bu yönetimi yapamayacaklar. Veya kendi içlerinde tamamen bir örgütlenme sağlayacaklar. Ama artık her şeyi takip etme zorunlulukları var. Ve bu da artık yönetmeleri gereken önemli bir alan. Ama bu alan, iletişimcilerin işi.

Meral Gemici: Siz aynı zamanda internet yayıncılığında da öncü isimlerden birisiniz ve İMD’nin yönetim kurulunda görev yapıyorsunuz. Son dönemde yoğun bir şekilde, internetten gazetelere erişmenin ücretlendirilmesi haberleri medyada yer almaya başladı. Siz bu uygulama konusunda ne düşünüyorsunuz?
Fügen Toksü: Şimdi, dünyada bazı büyük medya grupları, bizim bildiğimiz anlamdaki gazeteyi bırakacak ve tamamen online olarak yayın yapacak. Öyle olduğu zaman tabi bu gruplar, içeriğe ücretli ulaşım uygulamasını şiddetle destekliyor. Çünkü artı gazete de satmayacağı için, tamamen paralı hale döndürecek diye tahmin ediyorum. Tabii ki bu benim tahminim, öngörü de diyebilirsiniz. O nedenle zaten bu konular fazlasıyla da gündeme geliyor. Google tabi bütün içerikleri süzüyor ve kendi de bundan bir kazanç elde ediyor. Onun için de, teknoloji dünyasındaki değişiklikleri ve yeni uygulamaları takip etmekte, yetişmekte hepimiz zorlanıyoruz, ama her ana her şey olabilir. Tabi ki paralı olmaya başladığı zaman bütün gazeteleri okuyabilmek için belli bir ücret ödemek gerekecek. Doğal olarak, internetin getirdiği şu andaki sistem, ücretli bir şeyi kullanmaya karşı kullanıcının tepkisi var.

Meral Gemici: Peki, uygulamanın Türkiye’de de yaygınlaşacağını düşünüyor musunuz?
Fügen Toksü: Hayır, şu anda Türkiye buna hazır değil.

Meral Gemici: İletişim danışmanlığı, halkla ilişkiler ile marka danışmanlığı arasındaki farklar neler?
Fügen Toksü: Aslında bunları çok farklı olarak görmemek lazım. “İletişim danışmanlığı” ve “halkla ilişkiler” birbirinin aynısı sadece farklı ifadelerle kullanımı. Ve gelişim nedeniyle de farklı alanda bir kullanım var. Zaten halkla ilişkileri de Amerika’daki Public Releations ifadesinin tam karşılığı olarak kullanmıyoruz, Türkçe’de eksik kalıyor. Onun için de bugün artık “iletişimi”, “halkla ilişkiler” anlamında kullanıyoruz. Halkla ilişkiler ve iletişim zaten aynı.

“Marka danışmanlığı”na gelindiği zaman ise bizim pazarlama iletişimi diye bir alanımız var kendi içimizde, marka iletişimi de tamamen bir markaya veya birkaç markaya dönük olarak yapılan iletişimi kapsıyor. Bunu, “markanın, iletişim ve pazarlama kavramlarıyla yönetilmesi” olarak ifade edebiliriz. Yani marka danışmanlığı, iletişimin bir bölümü diyebiliriz. Çünkü düşünün ki yapılanmalar şöyle olur, kurumsal iletişim departmanı var, onun altında da işte marka iletişimi var veya sponsorluk var veya online iletişim var, medya var. Böyle ayrımlara gidiliyor artık.

Meral Gemici: Bir markanın, iletişim danışmanlığı, marka danışmanlığı ve halkla ilişkiler faaliyetleri için ayrı ayrı ajanslardan hizmet alması mı doğru olan yoksa tüm bu çalışmalar tek çatı altında mı toplanmalı?
Fügen Toksü: Aslında bunun net bir cevabı olabilmesi için kuruluşu bilmek lazım, markayı bilmek lazım, ajansı bilmek lazım. Bu, birlikte de olabilir, tek tek de olabilir. Buna çok net olarak şu anda cevap vermek, bir bilinmezlik ortamında bunu yapmak doğru olmaz, sağlıklı olmaz. Ama bir ajans tüm hizmetleri de verebilir veya kuruluş farklı ajanslardan farklı hizmetler de alabilir. Bu karar, hem kuruluşa bağlı, hem ajansa bağlı.

Meral Gemici: PR ajansları ile reklam ajanslarının genelde birbirinden bağımsız ve bazen de habersiz çalıştığını, stratejiler geliştirdiklerini görüyoruz. Bu da zaman zaman markanın iletişiminde tutarsızlığa neden olabiliyor veya reklam-PR sinerjisi yaratmak mümkün olamıyor. PR ve reklam ajanslarının birbirlerinin alanına girmeden ama marka iletişimini destekleyen çalışmalara imza atabilmesi için nasıl bir çalışma yolu izlenmeli?
Fügen Toksü: Reklam ajansının kendi iş alanı belli, bizim kendi iş alanımız belli. Ortada da bir marka var. Bir markaya her ikimiz de hizmet vereceksek, zaten bir bütünsellik içinde o hizmetin verilmesi lazım. Markanın bir iletişim stratejisinin olması lazım ve o strateji çerçevesinde reklam hangi mesajı verecek, iletişim yanı hangi mesajı verecek, o bütünlüğün olması lazım. Hangi aşamada, kim önde olacak, kim ne çalışmayı yapacak? Yoksa bu demek değildirki birlikte çalışmak, biz reklama kayacağız onlar iletişime kayacak. Böyle bir şey yok ve zaten sınır belli.

Meral Gemici: Peki, o iletişim stratejisini kurum kendisi mi belirler?
Fügen Toksü: Kurumun amaç ve hedefleri bellidir. Biz, o hedeflere iletişimle nasıl ulaşılabileceğini söyleriz, reklam ajansı nasıl satışların arttırılabileceğini söyler, böylece o stratejide yapılanmalar olur.

Meral Gemici: İşin bir de eğitim ayağı var. İletişim fakültelerinde verilen eğitimler sektörün ihtiyacına yanıt verebiliyor mu?
Fügen Toksü: Daha iyi olmasını istiyoruz. Ve bu alanda TÜHİD, iletişim fakülteleri ile çok içli dışlı çalışıyor. Dekanlarla bir aradayız, onların platformlarına dahil oluyoruz ki özel sektör ve üniversitelerin işbirliği halinde olması gerekiyor ki, akademisyenler de birazcık iş dünyasını bilsin ve öğrenciler ona göre yetişsin.

Bugün artık sadece iletişim değil, işletme bilgisinin de zorunlu hale geldiği bir dönemdeyiz. İletişimciler sadece iletişimi bilirlerse, bu artık iş dünyası için yeterli değil.

İletişim fakülteleri ülkemizde 32-33 tane falan oldu. Her yıl 1000 civarında öğrenci çıkıyor buralardan. Onların, kendi aralarında bilgi açısından sivrilerek iş dünyasına dönmesi lazım. Bunun için de mutlaka kendilerini geliştirecekler, iş dünyasına hazırlayacaklar, stajları önemseyecekler, zorunlu olmasa bile yapacaklar. Çünkü iş hayatı da kolay değil.

Meral Gemici: Peki, TÜHİD’in böyle bir öncülüğü olabilir mi, öğrencilere staj imkanı gibi?
Fügen Toksü: Zaten fakülteler müracaat ettiğinde, biz bir şekilde yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ama bizim, bütün öğrencileri bir yerlere yerleştirme gibi bir imkanımız zaten yok. Şimdi TÜHİD olarak, yenibiriş.com ile bir iş birliği başlattık, kariyerle ilgili. Hem web sitemizde bununla ilgili bilgi var hem de kariyer günleri yapacağız, yenibiriş.com ve üniversiteler ile birlikte.

Meral Gemici: Halkla İlişkiler uzmanı kimdir? Bir halkla ilişkiler uzmanı sizce hangi özelliklere sahip olmalı?
Fügen Toksü: Bir kere Türkçe’yi çok iyi kullanmalı, dil bilgisini çok iyi bilmeli. İletişim bilmesi de yetmiyor, biraz önce dediğim gibi, işletme konularında da bilgili olması gerekiyor. Ekip çalışmasına uygun olması gerekiyor. Bizim işimiz biraz da yetenekle ilgili. Uyumlu bir insan olması gerekir, pratik olması gerekir, örgütçü olması gerekir, bilgisayar ve diğer teknoloji aletlerini çok iyi kullanması gerekir, genel kültür çok önemli. Yabancı dil tabi ki çok önemli, araştırıcı yanının olması da lazım çünkü bizim işimiz araştırmayla başlıyor. Gazetecilik bilgisi önemli, haber yazmayı ve okumayı da bilmesi önemli. Basın bültenini nasıl yazacağını bilmesi gerekir. Ve tüm bunlarla da birlikte işini sevmesi lazım. Sevmeden yapılabilecek bir meslek değil. Bütün işlerde olduğu gibi işi severek yapmak gerekir.

“Haberin çıkmamasından sadece ajansı sorumlu tutmak, çok yanlış”

Meral Gemici: Halkla ilişkiler çalışmalarının en önemli başarı göstergelerinden biri olarak görülüyor “medya yansımaları”. Bu bağlamda yapılan değerlendirmeyi yeterli buluyor musunuz?
Fügen Toksü: Bu bence, ajansın başarısını değerlendirmek için yanlış bir ölçümleme biçimi. Bunun için önce kuruluşun hedefine bakmak lazım. Amacı sadece medyada çıkmaksa belki uzmanlığı sadece medya ilişkileri olan bir ajansla çalışabilir. O zaman ne olur, medya iletişimi hizmeti verdiği zaman değerlendirmeye o medya iletişimi üzerinden bakar.

Ama haberin çıkmasıyla ilgili sadece ajansı sorumlu tutmak çok yanlış bir şey. Çünkü kuruluş medyada haber olmayı gerektirecek faaliyetleri yürütüyor mu, önce bundan başlamak lazım. Ondan sonra da ajans bir şekilde bu hizmeti medyaya aktarabilir. Ama o konu, medyanın da ilgisini çeken bir konu mu, ona da bakmak lazım. Yani bir konunun medyada yer alması öyle kolay, hemen ajansın da gönderip kolaylıkla haber olmayı sağlayacağı gibi bir kabiliyeti falan yok. Sadece bu bir sistem dahilinde yapılan bir çalışma. Ve de gerçekleşen kupürlerin sonucunda da eğer sadece medya hizmeti veriyorsa, onu değerlendirebilirsiniz.

Ama bununla birlikte medya iletişimini hiç önemsemeyen, kurumsal iletişimi çok önemseyen, KSS çalışmalarını önemseyen, itibarı önemseyen, krizi önemseyen kuruluşlar da var.

Meral Gemici: Son olarak, ne eklemek istersiniz?
Fügen Toksü: Son olarak iletişim sektörü gençler için güzel bir sektör, yeter ki çalışsınlar, çaba göstersinler, kendilerini geliştirsinler, çok çalışmayı göze alsınlar. Hemen iletişimin önde görülen büyüsüne kapılmasınlar, arkasında çok ağır ve zahmetli bir çalışmanın olduğunu bilsinler. Ve de severek çalışsınlar. O zaman bu mesleği zevkle yapmalarını şiddetle tavsiye ederim. Bütün iletişimcilere, başarılar dilerim.

İzleyiciler